Sanayinin sorunu teşviği aşıyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Her hükümet değişikliğinde olduğu gibi yeni hükümetin de ekonomi ve reform gündemini yeniden değerlendirdiğini, bazı konularda değişiklik sinyalleri vermeyi gerekli bulduğunu görüyoruz. Ekonomi Bakanı Zeybekçi de, ikinci defa geldiği görevinde sanayideki sorunların farkında olduğunu, bu meyanda artık teşvik rejiminin stratejik sektörlere ve önceliklere göre kurgulanacağını, bu amaçla sadece birkaç firma hatta tek firma için sınırsız teşvik vermekten kaçınmayacaklarını söylemiş. Cansuyu teşviğine oranla daha umut verici olduğu kuşku götürmez ama nasıl uygulanacağı bir yana, sanayimizin sorunlarının böyle spontane inisiyatiflerle çözülebileceğinden kuşkuluyum.

İSO ilk 500'de olumsuz sinyaller

Sanayideki bu olumsuz durumun açık belirtilerini geçen hafta değişik vesilelerle yine hatırladık. Öncelikle İstanbul Sanayi Odası'nın geleneksel "en büyük 500 şirket" araştırmasının 2015 yılı sonuçlarıyla ilgili versiyonu, son yıllarda sürekli dikkat çektiğimiz sanayisizleşme tehlikesinin giderek yoğunlaştığını ortaya koyuyor. İlk olumsuz veri, üretimden satışların TL olarak ancak %7 artması, dolar olarak ise 194 milyardan 170 milyara gerilemesi. Yani üretim gerçek anlamda artmamış. Aynı şekilde bu şirketlerin ihracatı da 61 milyar dolar’dan 53 milyar dolara gerilemiş. En olumlu gösterge bir önceki yıla göre %74 artan ve net satışlara oranı %8.7’ye ulaşan kârlılık. Ancak finansman maliyeti de geçen yıla oranla %75 artmış ve 27.9 milyar TL’ye yükselmiş. Bu maliyetin de büyük bölümü 18.2 milyar TL ile kur farkı. Kalan 9.7 milyar TL ise faiz gideri. Bu da sanayide kaynak kullanımının daha çok döviz riski içerdiğini gösteriyor. Zaten TCMB verilerine göre toplam kredilerin %58.2’nin döviz kredisi olması bunu doğruluyor. Finansman maliyeti, faaliyet karının %63'üne karşılık geliyor. Belli ki firmalarımız için döviz riski, faiz giderinden daha fazla hasar yaratmış. Aslında özel sektörün döviz borçlarındaki artış, sadece 2015 yılı ile ilgili bir sorun değil. Geçmişte ülkenin başına çok dert açmış kamu kesimi dış borçluluğu 2000 sonrasında azaltılmaya başlandığından beri döviz riski özel sektöre taşınmış durumda. Özellikle 2008 krizi sonrasında hızlanan bu artış, reel sektörün döviz kredisi borcunu 285 milyar dolara çıkarmış durumda. 

Nitekim ilk 500'ün ortalama kaldıraç oranının 1.6 olması da özkaynaklara oranla borçların tehlikeli bir şekilde büyüdüğünü gösteriyor. Türkiye’nin uluslararası kurumlara göre geçen yıl en kırılgan beş ülkenin en önünde yer almasının temel nedeni da bu borç. Üstelik bu borcun en hızlı arttığı ülkeler sıralamasında da Çin’den sonra ikinciyiz. Hal böyleyken reel kesimin ihracat döviz gelirlerinin azalması ve 2010'dan beri imalat sanayii büyümesinin katlanarak düşmesi, durumun sürdürülemez hale geldiğine işaret ediyor. Üstelik reel sektörün artan borçları, yeni yatırımlarda ya da arge harcamalarında bir artışa da yol açmamış. En büyük 500'ün Ar-Ge harcamalarının net satışlara oranı %1'in dahi epey altında. Yani katma değeri, verimliliği, teknoloji düzeyini arttırma yönünde bir etki de söz konusu değil. Yüksek teknoloji ürünlerinin payı %3.2’de çakılıp kalırken orta-düşük teknoloji ürünlerinin payı %39'a yükselmiş. Sanayi 4.0 üzerine bolca laf ettiğimiz bu dönemde şirketlerimizin ne kadarının bu aşamaya geçebileceğine dair bir çalışma yapılsa sonucu ne olur, doğrusu merak ediyorum. Hoş on yıl önce başlanan sanayi envanteri çalışmalarının hala, üstelik ticaret ve sanayi odalarının beklentileri çerçevesinde "acil sonuçlandırılacak işler" listesinde yer alması, bu türden sistematik çalışmalara pek de gönüllü olmadığımızı kanıtlıyor.

Yatırım hevesinde ve büyümede soru işaretleri

Öte yandan 2016 yılında da sanayi üretim endeksinin Nisan verisi, sadece %0.6 gibi, küresel kriz dolayısıyla 2009'daki daralma haricinde, son on yılın en düşük düzeyinde. Bunun arkasında imalat sanayiindeki cılız artışın ve sermaye malları üretimindeki gerilemenin oluşu daha da kötü. Ayrıca sevinçle karşıladığımız yüksek ekonomik büyümenin de kamunun ve hane halkının harcamalarından kaynaklanması, özel yatırımların son yıllarda hep olduğu gibi artmaması kaygı verici. Anlaşılan ne karlar, ne de alınan krediler yatırımlara gitmiyor. İSO 500'deki yabancı sermayeli şirket sayısının da çok değil beş yıl önceye kadar 150 civarında dolaşırken 2015'te 125'e düşmesi Türkiye'nin yatırım ve üretim ortamı yönünden cazibesine ilişkin soru işaretleri doğuruyor. Gerçi bu belirtilere de gerek yok, kendi sanayicilerimizin de sanayinin ağır sıkıntılarındansa kolay gayrimenkul rantlarına yöneldikleri sır değil. Yabancıların hevesindeki azalma, ekonomik dinamikler dışında hukuk güvenliği gibi yapısal faktörlerdeki görünümün kötüleşmesiyle de ilişkili olmalı.

Nihayet, beklentileri aşan %4.8’lik ilk çeyrek büyümesinin de, tıpkı sanayinin görünümünde olduğu gibi sürdürülebilirlik yönünden belirsizlik taşıdığı söylenebilir. Tamamen hane halkı ve kamu harcamalarına dayanan büyüme rakamının alt bileşenlerine bakıldığında sağlık, gıda ve güvenlik kalemlerinin ağırlık taşıdığı, hele ilk 500'deki sıralamalarda yükselen firmaların sınıra yakın illerde yoğunlaşması, üretimdeki orta-düşük teknoloji payının artmasıyla birleştirildiğinde Suriyeli göçmenlerin de muhtemelen canlandırıcı bir etki yaptığı, bütün bunların da geçici nitelik taşıdığı ve yapısal bir iyileşmeye işaret etmediği söylenebilir.

Kısaca, ne sanayinin bu finansman yapısı, teknoloji düzeyi ve yatırım hevesi düşüklüğü ile devamı, ne de Türkiye'nin bu sanayi tabanı ve sadece borçlanma ve tüketime dayalı büyüme modeliyle başarı hikayesi yazması mümkün görünmüyor. İhtiyaç duyulan değişimin boyutu ise teşvik rejiminde yapılacak rötuşları çok aşıyor.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019