Sanayileşme için rekabetçi kur çok önemli
Ekonomi yönetimi uzun zamandır bu gerçeği görmezden geliyor.
Enflasyonla mücadele programının neredeyse tek aracı haline gelen kur istikrarının enflasyonla mücadeleye etkisi son zamanlarda sınırlı düzeylerde kalıyor. Ancak bu baskılanmış kur politikasının üretici kesimler üzerindeki etkisi ise ciddi sıkıntılar yaratıyor.
Avrupa ekonomilerinin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik darboğazlar, Türk firmalarının fiyatlarını güncelleyebilmelerine pek olanak sağlamıyor. Bir yandan artan üretim maliyetleri, diğer yandan sabit kalmış ihracat fiyatları ve kurlarla Türk firmalarının ihracattan para kazanmaları mümkün olmuyor. Hindistan ve Çin’den gelen dış rekabetin şiddetinin artması, Türk üreticilerin talep edebilecekleri ihracat fiyat artışlarını büyük ölçüde sınırlıyor. Son zamanlarda rekabet ettiğimiz bu iki ülkeye Mısır’ın dâhil olması durumu iyiden iyiye kötüleştirmiştir.
Bu koşullarda hala ihracat yapmanın ana motivasyonu stratejik nedenler oluyor. Onca sene üzerine yatırım yapılmış olan pazarların kaybedilmemesinden ve şirketlere döviz cinsinden nakit akışları temin dilmesinden öteye geçilemiyor.
Şirketler teknolojilerini yenilemeli
İhracat gelirlerinin giderek azalmasıyla, dövize ihtiyaç duyan şirketlerin borçlanma seçeneklerine yöneldikleri son zamanlarda gözlenmektedir.
Reel kesimde yaşanan bu olumsuzlukların daha ne kadar süreceği ise enflasyonla mücadelede alınacak sonuçlara bağlı. Ne yazık ki, bu hususta da ekonomi yönetimi pek başarılı görülemiyor.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, ihracatçıların baskılanan kurlardan şikâyet etmeleri kamuoyunun tepkisine neden oluyor. İhracatçının bu talepleri kamuoyunun bir kısmı tarafından haksız bulunuyor. Bunun gerekçesi olarak, üreticilerin geçmişte aldıkları düşünülen ucuz kredileri kendi faaliyet alanları dışındaki alanlarda kullanıldıklarına inanılmasıdır. Bu inanışa göre, eğer bu ucuz kredilerle şirketler teknolojilerini iyileştirecek yatırımları yapmış olsalardı, bugün kur artışına gerek duymadan uluslararası pazarlarda daha rekabetçi hale gelebilirdi diye düşünülüyor.
Doğrusu o malum kredilerin kimler tarafından alındığı ve nasıl kullanıldığı konusunda benim bir bilgim yok. Ama şirketlerin teknolojilerinin sürekli yenilenmesinin ülkemizdeki sanayi için önemli bir koşul olduğuna inanıyorum. Ancak bu şekilde elde edilecek bir rekabet avantajının da son derecede sınırlı olacağı biliyorum.
Zaten uluslararası piyasalarda iş yapan Türk şirketlerinin kendi pazar koşullarına göre sahip oldukları teknolojilerin rakipleriyle eşdeğer düzeyde olduğu söylenebilir. Bu hususta onlara yöneltilebilecek olan eleştirilerin teknolojilerin uygun olup olmadığından ziyade, daha çok “yetersiz ölçek sorunu” olduğunu belirtmeliyim. Bu ise tek başına teknik bir mesele değildir. Dünya ekonomisinin Çin üretimi ile baş edememesinin ana nedeninin, onların üretim ölçeğine erişmekte başarısız olması olduğunu hatırlatmak isterim.
Rekabetçiliği etkileyen bir diğer konu ise, ülkedeki iş yapa koşullarının ne kadar elverişli olduğudur.
Örneğin Türkiye ekonomisi kendisine rakip ülkelerden çok yüksel enflasyon oranlarına sahiptir. Bu ister istemez üretim maliyetlerindeki istikrarı bozucu etki yaratmaktadır.
İş yaparken kullanılan işletme sermayesinin Türk firmalarında geleneksel olarak düşüklüğü ve bunun için banka kredisi kullanımına bağımlı olması üretimde rekabetçiliğe etkileyen diğer bir sebeptir.
Bunların dışında Türkiye’de iş yapanın da görünür ve görünmeyen birçok ek maliyeti vardır. Bu maliyetlerin birçoğu muhasebeleştirilemeyen maliyetlerdir. Diğer bir deyişle resmi olarak maliyet olarak tanımlanmaları ve üretilen malın üretim maliyetine yönelik hesaplamalarına dâhil edilmeleri mümkün değildir.
Ek maliyetler göz ardı edilmemeli
Tüm bunlara ek olarak ülkede belirmeye başlayan siyasi istikrarsızlıkların üreticiye yüklediği ek maliyetler de göz ardı edilmemelidir.
Bahsedilen bu nedenlerden önemli bir kısmının şirketlerle ilgisi yoktur. Ne yatırım yaparsanız yapın, üretimin maliyetini arttıran bu çevresel faktörlerin firmaların kendi inisiyatifi ile ortadan kaldırılabilmeleri mümkün değildir.
Bu daha ziyade kamu otoritesinin sorumluluğunda olan konulardır. Bu hususlarda kamu otoritesi herhangi bir girişimde bulunmuyorsa, o zaman elverişsiz koşulların doğurduğu maliyetlerin başka şekillerde telafi edilmesi sağlanmalıdır. Çoğunlukla bizdeki yüksek kur uygulamaları, kamunun sorumluluğunda olan bu tarz maliyetleri telafi edebilmek ve daha elverişsiz koşullarda yapılan üretimimizi uluslararası rekabet düzeylerine çekebilmenin bir yolu olarak kullanılmıştır.
Bu durumda ihracatçıların daha yüksek kur taleplerini sadece üretim teknolojisindeki aksaklıklara ve verimliliklerindeki düşüklüklere bağlamak doğru değildir. Bu şirketlerin kendi ellerinde olmayan ve ülkemize özgü iş yapma pratiklerinin oluşturduğu yapısal maliyetlerin de bir şekilde azaltılması gerekmektedir. Bunun yapılamadığı durumlarda ise, ihracat gelirlerinde istikrarı sağlamak için kurların daha gerçekçi düzeylerde tutulması gerekir.