Sanayi üretimine AB gölgesi düşer mi?
Bu başlık bile dünyamızın ne kadar değiştiğini gösteriyor. Nisan ve mayıs 2004'te ABD Merkez Bankası'nın beklenenden önce faiz artırımına gideceği yönünde artan algılama yükselen piyasa ekonomilerinde kredi riskini, faizi ve kuru sıçrattı. Neyse ki yıl sonuna doğru imdadımıza AB'den tarih alınacak olunması ihtimalinin artması yetişti. AB'nin kararından önce, tarih alınacağı yolundaki beklentilerin yaygunlaşması piyasalara rahat bir nefes aldırdı. AB o sıralarda önemli bir çapa gibi görünüyordu Türkiye ekonomisine. Geldiğimiz noktaya bakın: Şimdi AB'nin ne kadar köstek olabileceğini tartışıyoruz.
Dün nisan ayına ait sanayi üretim endeksi açıklandı. Bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla sanayi üretiminde önemli bir artış var. Ancak 2009'un kriz yılı olduğunu ve nisan ayında üretimin çok düşük düzeyde gerçekleştiğini dikkate almak gerekiyor: Bu yüksek büyüme hızı o düşük üretimle kıyaslama sonucu bulunan bir 'yüksek artış hızı'. Şüphesiz 'baz etkisi' denilen bu etki ne olursa olsun, sonuçta önemli bir üretim artışı var; bu tek başına olumlu bir gelişme.
Sanayi üretimindeki gelişmeyi baz etkisinden arındırarak değerlendirmek için, daha önce yaptığımız gibi, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış endeksin hareketlerine bakmak gerekiyor. Böylelikle, mevsimsel olarak üretimde gerçekleşen azalış ve artışlardan kurtuluyoruz. Aynı zamanda o ayın işgünü sayısının bir ay öncekinden farklı olmasının yarattığı üretim dalgalanmalarını filtrelemiş oluyoruz. Ayrıca bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla büyüme hızına bakmadığımız için de yukarıda değinilen 'baz etkisi'nden arınıyoruz.
Grafik 1: Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi (2005 ocak – 2010 nisan). Kaynak: TÜİK
Grafik 1'de mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi var. Küresel kriz sırasında en düşük noktaya ulaştığı ay mart 2009. O tarihten bu yana önemli bir toparlanma var: Üretim artışı yaklaşık yüzde 19; az değil. Buna karşın, kriz öncesinde ulaşılan zirve üretim değerinin hala altında olduğumuz hemen görülüyor grafikten. Fakat eski zirve değere de ulaşmaya az kalmış. Tabii bu gidişat devam ederse. Eder mi?
Grafiğe dikkatlice bakarsanız son aylarda toparlanma hızında bir yavaşlama olduğunu fark edeceksiniz. Bunun tek başına bir anlamı yok. Sonuçta epeyce 'istatistiki işkenceden geçmiş' (mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış) bir seriden söz ediyoruz. Ama yine de bize bir uyarıda bulunuyor.
Bu uyarının et ve kemiğe bürünmesi için üretimi etkileyecek değişkenlere bakmak gerekiyor. Türkiye ekonomisi bu krizde 2001 krizine kıyasla daha fazla küçüldü. Bunun temel iki nedeni vardı: İhracattaki keskin azalma ve yurtdışından dış kaynak bulmak bir tarafa, dışarıya kaynak aktarmak zorunda kalmamız.
İşte AB'de ne olacağı burada devreye giriyor. AB krizi derinleşme eğilimi gösterirse ihracatımız iki nedenle kötü etkilenecek. Avronun değer kaybı sürecek anlamına gelir krizin derinleşmesi; bu da avroya hassas olan ihracatımızı düşürücü yönde çalışır. En az bu kadar önemlisi ise, krizin derinleşmesi halinde AB'nin iç talebinin beklenen hızda artmayacak olması, hatta düşme ihtimalinin bulunması. Bu da bizden daha az mal almaları anlamına gelir. Bu ortamda, şirketlerimizin ve bankalarımızın hem dış kaynak bulmak iştahlarının, hem de olanaklarının azalacağını da dikkate almak gerekir.
Peki, AB'de durum daha da kötüleşir mi? Çok fazla belirsizlik var. Allah aşkına kim beklerdi bu hassas ortamda Macaristan hükümet yetkililerinin çıkıp da 'batmak üzereyiz' demelerini? Böyle başka aklı evveller çıkmayacağını nereden bilelim? Ama kötüleşme olasılığının arttığı da açık.