Sanayi üretiminde geldiğimiz noktanın düşündürdükleri
Yüz yedi nokta dört. TÜİK geçen hafta içinde kasım ayı sanayi üretim rakamlarını açıkladı. Yeni bir uygulamayla ham endeks rakamları ile aynı anda arındırılmış ENDEKS rakamlarını da yayınladı. Yüz yedi nokta dört sihirli bir rakam değil; kasım ayının işgünü sayısındaki değişikliklerden ve mevsimlik hareketlerden arındırılmış sanayi üretim endeksi değerini gösteriyor. Bu arındırılmış serinin ham seriye göre avantajı şu: Hem mutlak değer olarak endeksteki değerleri incelemek, hem de bir ay öncesine göre artış oranına bakmak anlamlı hale geliyor.
Bir ay öncesine göre üretimde artış var; ama bu artış çok sınırlı: Yüzde 0.2. Grafik 1'de arındırılmış endeks değerleri yer alıyor. Özellikle büyüme hızlarını çizmedim; endeks değerleri nereden nereye geldiğimizi çok güzel sergiliyorlar çünkü. Grafikte iki tane dikey, bir de yatay çizgi var. Yatay çizgi kasım 2009'un arındırılmış endeks değeri olan 107.4'ü ifade ediyor. İlk dikey çizgi ise üretimde düşüş başlamadan önceki dönemde endeks en son ne zaman bu değere ulaşmıştı sorusuna yanıt veriyor: Mart 2006. İkinci dikey çizgi ise endeksin zirveye çıktığı mart 2008'ü gösteriyor.
Kriz dönemlerinde sanayi üretimi ve milli gelir gibi serilere bir de böyle bakmakta yarar var. Geldiğimiz nokta son zirveye ne kadar uzak? Bulunduğumuz nokta bizi ne kadar geriye götürüyor? Üretim kaybımız zirveden itibaren ne kadar? Bu tip sorulara daha kolay yanıt bulunuyor salt arındırılmış endeks değerlerine bakılınca.
Endeksin zirveye ulaştığı mart 2008 ile dibe vurduğu mart 2009 arasında, yani bir yıllık bir sürede sanayi üretimimiz yüzde 18.5 oranında azalmış. Dip noktasından bu yana ise neredeyse kesintisiz bir toparlanma var. Bu işin sevindirici yönü. Bu toparlanmaya karşın ulaştığımız üretim değeri ne yazık ki neredeyse dört yıl önceki düzeye eşit. Ayrıca zirve değerine göre hala üretim kaybımız var ve bu kayıp az buz değil: Yirmi ayda yüzde 11. Bu da işin üzücü yönü.
Biliyorsunuz krize karşı ilk önlemleri Merkez Bankası aldı. Ama bu önlemler daha çok olası likidite sıkışıklığını gidermeye yönelik önlemlerdi. İç talebi artıracak dişe dokunur önlemler ise ancak mart 2009'da devreye girdi. Haziran ayında ise bir önlem paketi daha açıklandı. Oysa grafikte mart 2008'den itibaren işlerin kötüye gittiği açık biçimde görülüyor. Merkez Bankası'nın aldığı önlemleri bir yana koyarsanız, dile kolay tam on iki aylık bir gecikmeden söz ediyoruz.
Alınan önlemlerin oldukça gecikmeli biçimde devreye girmeleri dışında iki özellikleri daha var. Önceki yazılarımda tartıştım; yetersiz kaldılar ve asıl hedeflere yönelik değillerdi. Tekrar kısaca açayım bu savımı:
Savın birinci dayanağı şu: 2009'da içine düştüğümüz derin küçülme dönemi, alışık olduğumuz resesyonlara benzemiyordu. Bizim 'anormal' resesyon dönemlerimiz ile gelişmiş ülkelerin 'normal' resesyon dönemleri arasında bir yerde duruyordu. Bu durumda, çözüm de arada bir yerdeydi. Şöyle özetlenebilir: "Şimdi gevşet, yani iç talebi artırıcı önlemler al". Tıpkı 'normal' resesyonlarda olduğu gibi. "Orta dönemde sık. Yani 'şimdiki' gevşemeyi telafi edeceğini şimdiden açıkla. Bunu nasıl gerçekleştireceğini herkese anlat. Bu arada yapısal bozulma nedenleri varsa onları da ortadan kaldıracak programını şimdiden ortaya koy." Tıpkı 'anormal' resesyon dönemlerinde olduğu gibi. Yapmadık…
İkincisi: Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere çoğu ülke bu olağandışı döneme olağandışı tepkiler veriyorlardı. Olağandışı önlemler uluslararası kuruluşlarca da destekleniyordu. IMF alışılageldik tavrının dışına çıkmıştı. Krize karşı talebi artırıcı maliye politikalarının yanında yer alıyordu. Bu gelişmeler karşısında, 2008 sonbaharında derinleşmeye başlayan küresel krizden Türkiye'ye gelecek olumsuz etkilere karşı alınacak önlemleri tasarlarken, ilk ilkemiz olağandışı dönemlerin olağandışı önlemler gerektirdiği olmalıydı.
Gelişmiş ülkeler kadar olmasa da, 2008 sonbaharından itibaren, kısa dönemde geçerli olmak üzere kısıtlı da olsa iç talebi artırıcı mali genişlemeye gidebilirdik. Ama bütçe olanaklarımız kısıtlı olduğu için öncelik sırasını çok iyi yapmalıydık. Daha çok yurtiçinde üretilen mallara olan talebi artıracak bir mali uyarıcı paketi tasarlamak gerekiyordu. Bunu da yapmadık…
Üçüncüsü: Mali uyarıcıyı harcama eğilimi en yüksek olan kesimlere yönelik olarak düşünmek gereğiydi. Düşük gelirli aileler ile işsizlere yönelik gelir transferi politikalarıyla, bütçeyi aynı miktarda bozucu başka alanlara yapılacak transferlerin ya da harcamaların yurtiçinde üretilen mallara olan talebi artırıcı etkisinden daha fazla etki yaratmak mümkün olacaktı. En az bunun kadar önemlisi, krizden olumsuz yönde en çok etkilenen kesimler hiç olmazsa bir miktar desteklenmiş olacaklardı. Bunu da yapmadık…
Şüphesiz mart ve haziran ayında alınan önlemlerin hiçbir işe yaramadıklarını iddia ediyor değilim. Söylediğim kıt cephanemizin hiç de iyi kullanılmadığı ve eyleme oldukça gecikmeyle geçildiği. Durum böyle olunca Grafik 1'de sergilenen üretim eğilimi hiç de şaşırtıcı olmuyor. Biz fazla bir şey yapmayınca da sanayi üretiminin tekrar mart 2008 düzeyine ne zaman yükseleceği ise daha çok dış dünyadaki gelişmelere bağlı kalıyor.