Sanata dijital dedektiflik
Geçen hafta, BBC’de yayınlanan bir saatlik bir belgeselde dört dörtlük bir sanat dedektifliği örneği sunuldu: İngiliz ressam Lucian Freud’un “bana ait değil” dediği bir tablonun, aslında pekala “ona ait” olduğu anlaşıldı. Dijital teknoloji sayesinde.
Bu tuhaf iddialaşmanın başrolündeki Lucian, psikanalizin mucidi Sigmund’un İngiltere’ye 1938’de hicretinden sonra doğan torunu. Lucian 2011’de 88 yaşında öldüğünde geride 96 milyon sterlinlik bir servet bırakacak kadar başarılı bir sanatçıydı.
Halen özel bir koleksiyonda olan, Lucian’ın “ben yapmadım” dediği tablosunun tuhaf öyküsünü BBC, “Sahte mi? Servet mi?” adıyla yayınladığı sanat dedektifliği programında ele aldı. Sanat tarihçiler, tablo analistleri, tablodaki portrenin kime ait olduğunu, tabloya dair başka “gizemli” ayrıntıları tek tek araştırdılar. Sonuçta, tablo üzerinde dermatoskopla yapılan incelemede saç teline benzer bir şey görüldü. Bunun, gerçekten saç teli olduğu anlaşılınca koleksiyon sahibi, tablodan bunun alınmasına izin verdi. Ama laboratuvar incelemesinde DNA analizinden sonuç çıkmadı. Saç teli ressama ait değildi. Ardından yapılan dijital boya analizinden ise, tablonun en az %80’inde aynı fırçayla aynı boyaların kullanıldığı anlaşıldı. Üç tablo uzmanının daha incelemesiyle “oy çokluğu” ile tablonun Freud’a ait olduğuna karar verildi. Bir uzman, “tabloyu o tamamlamış gibi görünmüyor, başkası tamamlamış” diye şerh koydu.
BBC’nin bu programında olduğu kadar, marka müzelerde eser ve tabloların sahte mi, gerçek mi olduğuna dair dedektiflik yapılıyor: En eski yöntem, mor ötesi ışınla bakıp röntgenini çekmek. Kızılötesi ışınla bakmak (Bunu insan gözü göremediği için özel bir kamerayla resmi çekilir. Işın, tablodaki boyanın içine ne kadar girerse, ortaya o kadar bir resim çıkar). Elektron mikroskopla boya örneklerini incelemek (Hangi boya ne zaman kullanılmış? Buna göre tablonun tarihlemesi daha doğru yapılabilir). Gaz kromatografisi kullanmak (Boyanın hangi maddeden yapıldığını gösterir. Buna bakarak, boyanın tarihi anlaşılır). Kütle spektrometresiyle tablodaki katmanları incelemek (Görünen resmin altında neler var?). Ve tabii, günümüzde dijital yöntemlerle tablodaki görüntü piksellere bölünüyor, her piksel üzerinde inceleme yapılıyor. Hatta, tablodaki fırça “darbeleri”nin yarattığı dalgalanmalar, “tepecikler” mikron düzeyinde saptanıyor.
Van Gogh, üç boyutlu tabloya “uygun” eserler vermiş. Fırça darbeleri, gözle görülecek kadar tutkulu. Bunu bir de 3B tekniğiyle “büyütünce,” ortaya sanki dağlık-tepelik-ovalık engebeli bir arazi çıkıyor.
Sanat dedektifliğine de giren dijitalleşme, böylece daha önce mümkün olmayan bazı tuhaf ve sıra dışı yenilikçi ürünlere imkan veriyor: Van Gogh’un dünyaca ünlü Ay Çiçekleri tablosundaki çiçekler, bilgisayar modelleme yöntemiyle, üç boyutlu baskı kullanılarak üç boyutlu hale (saplı çiçek!) getirildi. Bunun için bir dijital heykeltraşlık programı kullanıldı. Vazoya konulacak biçimde “yeniden” imal edildi: İngiliz sanatçı karı-koca Rob ve Nick Carter’ın buluşu bu...
Üç boyutlu “yaratılan” çiçekler, visijet-x adlı madde 16 mikron incelikte püskürtülerek üç boyutlu “basıldı.” Ortaya çıkan kalıptan, silikon bronz (% 96 bakır) bir kalıba dönüştürüldü. Ay çiçekleri, vazo içinde Londra’da sergilendi.
Dijitalleşme öncesinde yapılması mümkün olmayan bu tür yenilikçi işlerin, Batı’da en heyecan uyandıranı, “yeni” bir Rembrandt tablosunu bir yazılımın, hem de üç boyutlu olarak ortaya çıkartması oldu. Bakınca, tablo Rembrandt’ın. Ama o yapmamış... Bu sütunun sonuna bu işin nasıl yapıldığını sıkıştırmak mümkün olamayacağından, bu çığır açıcı öykü haftaya burada olacak.