Şaka değil, cidden çok korkuyorum
Dünyanın en kolay işinin, suçu başkalarının üzerine atarak rahatlama olduğunu biliyorum.
Dünyanın en zor işinin de, kendi şeytanımızla başa çıkma olduğunun farkındayım.
İçimize yaptığımız yolculuğun hiç kimseyi eli boş geri döndürmeyeceğine olan inancım nedeniyle, çuvaldızı başkasına batırmadan, iğnenin tadına bakmayı yeğliyorum.
Diyorum ki, bu topraklarda yaşayan insanlar her zaman "iki kültür arasında sınır bekçiliği" yaptı; bu nedenle kırılması ve aşılması çok zor önyargıların, kör inançların, yerleşik doğruların ve kalıp düşüncelerin kıskacındayız.
Diyorum ki, ulus-devlet oluşum süreciyle başlayan, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşun "yapay sınırlar" ülkemizi, onun kentlerini "merkez olma" konumundan çıkardı; ülkemiz bir "köprü ülke" yani "geçiş ülkesi" haline geldi… Merkezler zengin eder, geçiş ülkeleri etmez…
Nefret mirası
Diyorum ki, bir İmparatorluğun mirasçısıyız. Osmanlı mirası bize yakında ve uzakta 26 ülke bıraktı. Bu ülkelerde yaşanan bütün kötülüklerin sebebini imparatorluğu yöneten ülkenin insanlarının omzuna yükleme eğilimi çok güçlü. Biz bu "nefret mirası" nedeniyle entelektüel gücümüzü ve fiziki kaynaklarımızı gerektiği gibi değerlendiremiyoruz.
Diyorum ki, çevremizdeki zengin ülkeler "azalan nüfus olgusu" yaşarken, bizim "artan ve genç nüfusumuz" da avantaj olduğu kadar bir "korku odağı" haline de gelebiliyor. Korkular birçok projeyi nesnel değerlendirme yapmanın uzağına itiyor; işbirliği ve güç birliği isteklerimizi hayata taşımanın maliyetini artırıyor.
Diyorum ki, bizim güç yitirdiğimiz dönelmede Sanayi Devrimi'ni yakalayan Batı güç kazandı; uygarlık değerlerinin belirleyicisi haline geldi. O nedenle, kaynaklara ve değerler sistemine Batı egemen olunca, bizler de birçok konuda "ithal kavramlar ve zihni yapımıza çok da uymayan değerler" bağlamında tartışmaların kısır döngüsüne yakalanıyoruz...
Diyordum ki, küreselleşme ile birlikte dışa ve dünyaya açılma önümüze yeni fırsatlar serdi… Bu fırsatların en önemlisi üretmesini öğrendik… Bir adım ileri giderek ihracatta özgüven kazandık. İthalatımızın niceliğini ve niteliğini irdelemeye başladık… Eli boş dönülmeyen tek yolculuk olan kendi içimize yolculuğa çıkma cesaretini kazandık. Daha üst basamaklara çıkarak, öngörme ve önlem alma disiplinini sağlayacak noktaya geldik… Ödünsüz gözetim ve denetim yapma aşamasına doğru ilerleyeceğimiz umuduyla yelken açtık. Tam da kayıt dışı uygulamaların yarattığı haksız rekabeti önlemeye sıra gelmişti…
TTK ve daha önce neredeydiniz?
Türk Ticaret Kanunu TBMM'de ele alınmadan önce ülkemizin değişik yörelerinde yapılan tartışmalara katıldım. Siyasi irade, bürokrasi, sivil inisiyatifler, konunun uzmanları beklentilerini, korkularını ve çekincelerini özgürce söylüyor; eteklerindeki taşı döküyor ve ortak aklı yaratmaya katkı yapıyordu. Büyük bir hukuk reformunu paylaşarak olgunlaştırdık diye seviniyordum. Meğer yanılmışım. TTK yürürlüğe girecekken "erteleme" istekleri "endişe" söylemleri ayyuka çıkmasın mı? Yasanın arkasında durması gerekenler yan çizmesin mi?
"Daha önce neredeydiniz?" diye bağırmak geliyor içimden… Bugünkü tutum insanımızın kendi aklına, bilgisini, işine hakimiyetine, ciddiyetine güvensizlik yaratmaz mı? Bu tutum "bizim öngörme yeteneğimiz gelişmemiş" anlamı taşımaz mı? Biz TTK gibi çok ciddi bir hukuk reformunun düzenlenmesi aşamasında gerekli bilgiye, öngörüye sahip değil miydik?
Tutunacak dal bulmamız zorlaşıyor… Şaşkınım ve bu duru beni korkutuyor. Şaka değil cidden korkutuyor.