Sahiller herkese açık, ama yer bulabilirsen!
PAZARLAMA 3.0 / Güventürk GÖRGÜLÜ
Bana mı öyle geldi, yoksa bu yıl tatil gerçekten biraz hızlı mı geçti? Evet, iki haftadır tatildeyim, ama hızlı geçen yalnız bu iki hafta değil, yaz aylarının tamamı...
Kime sorsam, “Bu yaz göz açıp kapayana kadar geçti” diyor. Bu yılın sanırım ayrı bir özelliği var. Haziran ayı Gezi olaylarıyla başlayıp sokaktaki çalkantıları temmuzun sonunu bulunca, üstüne bir de Ramazan gelince, koskoca bir yaz da sanki ağustos ayına sıkışmış gibi oldu.
Eh kimi Gezi’den, kimi Ramazan’dan büyük çoğunluk tatili ağustos ayına bırakınca, tatil beldeleri de ister istemez her zamankinden daha bir kalabalık oldu tabii. Her zaman, gittiğimiz gördüğümüz yerlerle ilgili pazarlamacı gözlüğümüzü takıp bir şeyler yazmayı sevdiğimizi, hatta sevmenin ötesinde bunu borç bildiğimizi bu köşeyi takip edenler gayet iyi bilir.
Ancak bu yıl değinmek istediklerim, bu yılın gözlemleriyle sınırlı değil. Geçen yıllardan gözlemlediğimiz bazı noktaların bu yıl çevremde daha fazla dillendirildiğini gördüğüm için, birbirine bağlı bazıolumsuzluklara dikkat çekmenin tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Bunlardan biri her yıl giderek yaygınlaşan ve anladığımız kadarıyla sahil belediyeleri için de önemli bir gelir kaynağı olan koy kiralama uygulaması.
Özellikle Ege kıyılarında pek çok yerde rastladığımız, çoğu örnekte karadan tek bir toprak yolla ulaşım sağlanan, her biri ayrı bir doğa harikası koyların giderek daha fazlası, yaz boyunca özel işletmelere kiralanıyor. Özel işletmeler buralara geçici tesisler kuruyor, yeme içme, şezlong ve şemsiye kiralama gibi hizmetlerle, verdikleri kira bedellerini çıkarmaya ve kâr etmeye çalışıyor.
Çok gönlümüz razı olmasa da piyasa ekonomisinin gereği olarak bu tür kıyı işletmeciliği bir yere kadar kabul edilebilir. Ancak dediğim gibi “bir yere kadar” ve denetlenmek kaydıyla.
Yaz boyunca Twitter’da deniz kıyısına serbest erişimin engellendiği konusunda pek çok paylaşım gördüm. Malumunuz, yasalar gereğince ülkemizin tüm sahil şeridi halkın kullanımına ve erişimine açık olmak zorunda. Koy kiralama sisteminin ilk sakıncası da tam bu noktada ortaya çıkıyor zaten. Diyelim ki İzmir’desiniz, “filanca koy çok güzel” tavsiyelerine kapılıp otomobilinizle
patika yollardan geçip bir yere ulaşıyorsunuz. Çevrede birkaç araba daha var, bir ağacın altına park ederken elinde bir fiş koçanıyla bir adam çıkageliyor. Artık 10, 15, 20 lira ne takdir ederlerse...
Hani kıyılara erişim serbestti? Eh tabii yaya olarak gelirseniz kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde 20-30 lira otopark ücreti vermeden kıyıya ulaşabilirsiniz. Tabii bilmem kaç kilometrelik yolu yaya gelemeyeceğinize ve çevrede belediye otobüsü gibi hizmetler olmadığına göre tek ulaşım yolunuz otomobil.
Zaten yaya olarak o noktaya ulaşabilseniz bile, çevresi çitlerle veya başka yöntemlerle çevrilmiş alana girebilmeniz için sizden şunu kiralamanız, bunu almanız veya giriş için para vermeniz istenebilir. Bırakın koy kiralamayı, plaj kiralamasında bile plajın kapısından para alındığına, kıyıdaki otellerin denizin içini bile sahiplendiğine tanık oluyoruz. Önceki yıl Seferihisar’da girmek için kapısında zorunlu para alınan bir “halk plajı”nda suyun içinden kayalıkların arasında yürürken, denize sıfır bir tatil köyünün güvenlik görevlisi daha fazla ilerlememem gerektiğini,
çünkü tatil köyünün sınırlarına girdiğimi söylemişti. Kendisine suda olduğumu hatırlattıktan sonra kıyıya çıktığımda tatil köyü görevlileriyle neredeyse sıcak temasa varan bir tartışma yaşamıştık.
Hadi pek çok yerde oteller ve işletmeler sahili bu kadar aşırı şekilde kapatmıyor, yalnızca şezlong ve şemsiye kiralıyorlar diyelim. Kıyı boyunca şöyle yazılar okuyorsunuz; sahildeki şemsiye ve şezlonglar filanca otel müşterilerine veya filanca işletmeye aittir!
Yani hiçbir şey kiralamadan kumda oturabilir, denize girebilirsiniz. Tabii balta girmemiş orman sıklığında yerleştirilmiş şezlong, şemsiye, minder ve localardan yer bulabilirseniz...
Kıyılarda denize girmeye gelen insanlara bazı hizmetlerin sunulmasına ve bundan para kazanılmasına kimsenin bir itirazı yok. Ancak kiralanan belirli bir alana kaç şezlong ve kaç şemsiye yerleştirilebileceği konusunda elbette bir sınırlama ve denetim olmalı. Hiç kimse şezlong ve şemsiyelerini kumsal görünmeyecek sıklıkta yerleştirememeli, hiç kimse bir plajın kapısında insanlardan para almamalı veya girişi engellememeli. Ayrıca buraları kiralayan ve para kazanan işletmeler kiraladıkları alanın, kumsalın ve denizin temizliğinden de sorumlu olmalı.
Tabii bu konuda en büyük görev sahil belediyelerine düşüyor. Belediyeler bu alanları ihaleye çıkartırken sözünü ettiğim sınırlamalar ve denetimleri de açıkça ortaya koymalı ve daha sonra da uygulamalı ki, turizm faaliyeti hem çevresel hem ekonomik, hem de sosyal olarak “sürdürülebilir” hale gelsin.