Sağlık Bakanlığı’na bir öneri...

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Geçtiğimiz günlerde Giresun’da yaşanan ve eşinin raporlu ilaçlarını yazdırmak isteyen yaşlı bir vatandaşın ölümüne kadar giden dramatik gelişmeleri biliyoruz. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu olay üzerine bir açıklama yaparak raporlu hastaların ilaca erişimlerinin kolaylaştırılacağını söyledi.

İlaca erişim nasıl mı kolaylaştırılır, bir öneride bulunalım.

Hastalığın özelliğine göre farklılık göstermekle birlikte genellikle iki yıl için düzenlenen raporlarla üç ayda bir doktora gidilerek ilaç yazdırılıyor ve düzenlenen e-reçete ile ilaçlar eczaneden alınıyor. Tüm eczanelerin sistemlerinde raporla ilgili bilgiler yer alıyor ve bu sayede denetimi bir anlamda eczane yapmış oluyor.

Doktorlar raporu görmeden (zaten ortada rapor yok, hepsi bilgisayar ortamında) hastanın beyanına göre ilaç yazıyor. Hastanın raporu yoksa ya da farklı bir ilaç yazdırmışsa bile bu ilaçları eczaneden alma şansı yok, çünkü eczane kayıtlarında tüm bilgiler mevcut.

Peki şu durumda raporlu ilaç için neden üç ayda bir doktora gitmek gerekiyor? Doktorlar raporlu hastalara ilaç yazdıkları için artı bir para kazanmıyor, tam tersine bu iş adeta bir angarya. Hasta ister aile hekimine, ister başka bir hastanede doktora gidiyor, “Ben raporlu olarak şu şu ilaçları kullanıyorum” diyor, doktor da genellikle üç ay için ne kadar ilaç gerekiyorsa bunu reçeteye bağlıyor. Hasta da gidip eczaneden ilaçlarını alıyor.

Yani raporlu alınan ilaçlarda doktorun reçete yazmak dışında hiçbir fonksiyonu yok.

Bir adım atsak ve raporlu hastalar için reçete zorunluluğunu ortadan kaldırsak... Hasta doğrudan eczaneye gitse, hangi dönemlerde ne miktarda ilaç alabileceği zaten eczane kayıtlarında var, eczane sistemin kabul etmediğinden fazla ya da değişik ilaç da veremediğine göre ilaç alımı böyle gerçekleşse...

Vatandaşlık numarasını gösteren bir kimlik belgesiyle dileyen vatandaş ilaçlarını dilediği eczaneden temin edebilir.

Giresun’daki olayda olduğu gibi hastaneye gidemeyecek haldeki hastaların ilaçlarını da, bu durumu ortaya koyan belgeyi ibraz etmek suretiyle yakınları alabilir.

Bu sistem Amerika’yı yeniden keşfetmek de değil. Bazı Kuzey Avrupa ülkeleri bu sistemi zaten uyguluyorlar. Biz de pekala bu uygulamayı benimseyebilir, hem hastalara kolaylık sağlayabilir, hem de doktorlarımızın üstündeki yükü büyük ölçüde azaltabiliriz.

Ramazan davulcusu niye hoş görülmeli?

Anayasa Mahkemesi bir vatandaşın ramazan davulunun sesinden rahatsız olduğunu belirterek açtığı davayı reddetti. Mahkeme ret gerekçesinde özetle şu görüşlere yer verdi:

“Sesin gece uyku saatlerinde oluşması nedeniyle başvurucunun yaşam kalitesinin etkilendiği tartışmasızdır. Ancak maruz kalınan sesin ortalama bir insanda oluşturacağı etkinin katlanılmayacak boyuta eriştiğini söylemek güçtür. Ayrıca yılın belli bir zaman diliminde gerçekleşmesi nedeniyle öngörülebilir oluşu da başvurucunun ortaya çıkan rahatsızlığa katlanabilmesini sağlayacak önemli bir etkendir. Hal böyle olunca Türkiye’de yaşayan diğer kişilerle birlikte başvurucunun da maruz kaldığı sesin süresi ve yoğunluğu Anayasa’nın 20. maddesinde koruma altına alınan güvenceleri işletecek asgari ağırlıkta bulunmamaktadır. Dolayısıyla davul çalma eylemiyle oluşan gürültünün devletin müdahalesini gerektirecek seviyeye ulaşmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”

Birincisi, yılın belli bir zaman dilimi denilerek azımsanan süre, 12’de 1, yani yüzde 8.3. Hayatımızın yüzde 8’inden fazlası.

İkincisi, bir gece vakti oturduğumuz evin önünde toplanıp gürültü eden kişiler olduğunda polisi aradığımızda, polis “Bütün yılda üç beş hafta süren gürültüye niye dayanmıyorsun kardeşim” dese! Sonra da “Bu gürültü hafta sonu oluyormuş, öngörüyor olman gerekir” diye eklese! Hani ramazan davulu da yılın belli bir zaman diliminde çalınıyor ve öngörülebiliyor ya...

Üçüncüsü, herkesin bu sese maruz kalıyor olması, bu sesin mazur gösterilmesi için yeter bir sebep mi?

Dördüncüsü, “Bu sese herkes maruz kalıyor ama bakın dava açmadıklarına göre bir şikayetleri yok” gibi bir yaklaşım doğru ise, dava sayısı ne kadar olunca karar değişir?

★★★

Şimdi biliyoruz ki birileri çıkacak ve ramazan davulcusunu eleştirmeyi başka yerlere çekecek. “Bugün davulcuya karşı çıkan yarın da ezana karşı çıkar” diyecek.

Bunu söyleyecek kendini bilmezlere bir çift sözümüz var. Biz Müslümanlığın gereği olan ezanı, üç beş kişinin kazanç sağlaması için göz yumulan ve dinle hiçbir ilgisi olmayan davulla aynı kefeye koymayız. Siz koyuyorsanız, o sizin sorununuz.

Karpuzu kimler dilimle alıyor?

Bir televizyon programında dile getirildi. Hani muhalefet olsun, hani eleştiri olsun diye zaman zaman içi boş bir sürü laf ediliyor ya, bunlara çok güzel bir örnekti.

Efendim vatandaş ekonomik yönden öyle zor öyle zor durumdaymış ki, artık karpuzu bile bütün değil, ancak dilim dilim alabiliyormuş. İnsaf!

Benim yaşadığım semtteki marketlerde son fiyatlara göre karpuzun kilosu 99 kuruş ya da 1 lira. Bu, bütün halde satılan karpuzun fiyatı. Aynı market karpuzu ikiye ya da dörde bölerek ve üstünü bir filmle kaplayarak da satıyor, o karpuzun kilosu 2 lira civarında.

Söylesenize dar gelirli vatandaş bir kat fazla fiyatla dilim karpuz mu alır, yoksa bütün karpuz mu?

Artık kentlerde aileler öyle eskisi gibi dört çocuklu, beş çocuklu değil. On kilo gelen bir karpuzu iki üç kişi yiyemiyor ve kalanı atılıyor. Zaten böyle bir karpuzu taşımak bile güç. O yüzden pratik çözüm olarak dilimli satış bulundu, üstelik alırken “Acaba nasıl çıkacak” kaygısı da yaşamıyorsunuz.

Hepsi bundan ibaret, yoksa yoksul insanlar en ucuzu ararken pahalıyı alır mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar