Sağlık Bakanı'na açık mektup: Önerilerinizi bekliyoruz!
SAĞLIKLI YAŞAM / Dr. Yavuz Dizdar Sayın Sağlık Bakanı Recep Akdağ, ben sizi tanırım, siz beni muhtemelen tanımazsınız. Sağlık hizmetleri konusunda geçen hafta doğrudan tanığı olduğum bazı aksaklıklar yüzünden size bu mektubu yazma gereğini duyuyorum. Bu aksaklıklardan ilki geçtiğimiz hafta, 12 Haziran 2008 Perşembe günü yaşandı. Benim için zorunlu bir görevi ifa etmeye çalışırken gelen bir telefonla, hayatımdaki en yakın insanlardan birinin torununun havale geçirmekte olduğu bildirildi. Her şeyi bırakıp Zeynep Kamil Araştırma ve Eğitim Hastanesi'nin Çocuk Acil birimine gittim. Bebeğimize ilk müdahale yapılmış ve gereken tetkikler için kanı alınmıştı. Alınan kanın işleme sokulması içinse bebeğin vatandaşlık numarasının gerekli olduğu belirtildi ve "acil" olarak yapılmış başvuruda, kan tetkiki sisteme sokulamadı. Maddi olanakların elverişli olmasına (yani nakit ödeme olasılığı) rağmen, para alınarak da işlem yapılamadı. Bebeği havale geçirmekte olan bir ana babanın, evden çıkarken çocuğun nüfus cüzdanını da yanlarına almaları gereğini düşünemeyeceklerini bir çocuk hastalıkları doçenti olarak en iyi siz bilirsiniz. Dolayısıyla bebeğin kan gazlarına bakılması şansı olmadı, diğer tetkikleri gecikmeli olarak yapılabildi ve hekim arkadaşlarımızın müdahalesi sonrasında hasta bebek stabilize olur olmaz (havalenin durmasının ardından), ambulansla özel bir hastaneye götürmek zorunda kaldık. Soru: Hastaların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık numaraları üzerinden kayda alınmalarını doğru buluyor ve destekliyorum. Ancak havale geçirmekte olan bir bebeğin tetkikleri sırf bu bürokrasi nedeniyle (üstelik parasıyla bile) yapılamıyorsa, bu işte bir aksaklık var demektir. Acil girişlerin bürokrasiden arındırılması konusunda ne önerirsiniz? İkinci örnek ise benim çalıştığım kurumdaki (İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü) bir hasta vesilesiyle yaşandı. Yalnız yaşayan ve kimsesi olmayan bir bayan hastaya 13 Haziran 2008 Cuma günü ağrılarının giderilmesi amacıyla ışın tedavisi başladık. Randevuların iki aydan önce verilemiyor olmasına rağmen, özel ricalarımızla (hatra binaen) aynı gün, aradan, tedaviye soktuk. Hastanın genel durumunun iyi olmaması ve bizi gelişmeler konusunda bilgilendirmesi amacıyla telefonumuzu da verdik. Hafta sonu aramayınca pazartesi günü dosyadan telefonunu bulduk ve biz aradık. Evde kıpırdayamayacak durumda olduğunu öğrenince yakında oturan bir başka arkadaşımızdan gidip görmesini rica ettik, eksiklerini gidermeye çalıştık. Bir sonraki gün hala gelmeyince yine aradık, yine yalnız olduğunu öğrendik, geceyi bu şekilde geçirebileceğinden (suyu var mı, başka bir şeye ihtiyacı var mı?) emin olmamızın ardından ertesi gün gidip kendi ellerimizle aldık ve boş yatak yaratıp kliniğimize yatırdık. Gereken konsültasyonları istedik, eleman eksiği olması nedeniyle gecikince bu kez özel ilişkilerimizi kullanarak hızlandırdık (forse ettik). Soru: Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnız ve hasta bir vatandaşı evinde kimsenin aramaması nedeniyle kimsesiz ölürse bunun sorumlusu kimdir? Mevcut kapasite "sevksiz başvuru" olanağını karşılamayacak kadar kısıtlı kalırsa ne yapmamızı önerirsiniz? Söz konusu ve benzeri kimsesiz ve yoksul hastaları, ellerine bir kağıt tutuşturup "boşluğa" mı fırlatalım, ne önerirsiniz?