Sağlık Bakanı ve profesörler: Tam Gün maçındaki "filler ve çimenler

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

Sağlık Bakanlığı'nın Tam Gün konusunda ısrarı sağlık hizmetlerinin en ciddi kısmını yüklenen üniversite hastanelerine ve elbette beraberinde hasta vatandaşlara çok ciddi sorun getirdi. Bakanlar Kurulu tarafından kanun hükmünde kararname olarak hemen bayram öncesinde geçirilen yeni durum doçent ve profesörlere "ya hastanede tam gün çalışacaksınız ya da hastanede hiç hasta göremezsiniz" demekte. "Nasıl yani?" demeyin, üniversite akademik kadrolarının büyük kısmı muayenehaneyi seçince, Medula denen merkezi kontrol sisteminden çıkarıldılar. "Medula'da tanımlı olmamak" demek fiilen eylemsizlik anlamına geliyor: Hastaya el süremezler, tetkik isteyemezler, ameliyatına (eğitim amaçlı bile olsa) giremezler. Sakarya'dan başvuran bir hastanın kalın bağırsak kanserinin tedavisi bağırsak dışarı bağlanarak başarıyla tamamlandı; ama şimdi bağırsak içeri alınamıyor, çünkü girişimi yapacak doktorun uygulama hakkı yok. İstanbul Tıp Fakültesi'nde (Çapa) ciddi ameliyat sayısı altıda bire düştü, çünkü yapacak adam yok. Beyin Cerrahisi bölümünde hiç öğretim üyesi kalmadı, Ortopedi'de ise 3 (üç) öğretim üyesi aktif çalışma hakkına sahip. Benzer durum onkoloji gibi diğer önemli alanlar için de geçerli.

Hayalperest hesaplar ne bildiği belirsiz ithal doktorlarla süslenir…

Sağlık Bakanı geçtiğimiz yıl lütuf gösterip doktorlara 7000 lira maaş vereceklerini söylemişti. Bu rakam bir üniversite öğretim üyesine biçilen aylık maaş değeri olarak hayalperest bir yaklaşımdır. Hesaplayalım; iyi bir çocuk hastalıkları uzmanı (doçent ya da profesör değil), muayenehanesinde 60 liraya hasta baksa ve günde 20 hasta görse, ayda kazanacağı para vergi dahil 24.000 lirayı rahat rahat bulur (bildiğim bir örnektir, abartım yok). Bir uzman doktora Anadolu'da bir özel hastanede bile önerilen aylık ücret 20-25.000 lira iken, bir doçent ya da profesörün bundan daha az kazanması beklenemez. Dolayısıyla mesele maaş olduğunda "7000 liralık Tam Gün"ün uygulanabilmesi imkânsızdır. Lakin benim derdim kimin kaç para kazandığı değil (helali hoş olsun), fakir hastalar için gerekecek ciddi girişimlerin ne ölçüde yerine getirilebildiğidir. Zengin olanlar zaten muayenehane ve özel hastane şartlarında tedavi görebilmekteler. Peki fakir hastanın uygulaması zor beyin ameliyatlarını, uzun ve karışık ortopedik müdahalelerini kim yerine getirecek? Biz ne diyeceğiz bu hastalara, "Tam Gün nedeniyle hoca kalmadı, çevrenizden para toplayın özeline gidin" tavsiyesinde mi bulunacağız?

Sağlık Bakanımız bugüne dek pek çok iyi işe imza attı, en azından amacında samimiydi. Sigara karşıtı kampanya samimiydi ve karşılık buldu. Sevk sisteminin kalkması sağlığa erişimi "yine de" kolaylaştırdı. SGK kapsamındaki hastaların ilaçlarını istedikleri eczaneden alabilmeleri başarıldı. Doktor kalitesiyle doğrudan ilişkili aile hekimliği sistemi amacına ne kadar ulaştı bilinmez, ancak hastalara katkı sağladı. Bakan "hastanın cebinden doktorun elini çekeceğim" dedi, ama (bize aktarılan) beraberinde de eklemiş: "Doktorlar yavaş yavaş çocuklarını özel okullardan almaya başlasınlar". Kusura bakmasın, bu ikisi tamamen farklı kavramlardır. Bakan, para arsızı olmuş toplamın yüzde 10'unu geçmeyecek bir kesim için sonuna kadar haklıdır. Ama onları keseceğim diye üniversite kadrolarının tümünü fiilen emekliye ayırmak (Medula sisteminden çıkarmak) hem ciddi ve karmaşık sağlık hizmetlerinin sürdürülmesi, hem de yeni asistanların yetiştirilmesi açısından kabul edilemez bir tutumdur. Hastayı tedavi etme hakkı elinden alınmış bir profesör asistanını nasıl yetiştirebilir, kağıt üzerinde mi anlatacak, "hasta maketi" üzerinde mi ameliyat yaptıracak? Tedaviyi ne bildiği belirsiz ithal doktorlar mı tamamlayacak?

Şu günlerde sakın ciddi hasta olmayın, çünkü parasız erişebileceğiniz doktor yok!

İki kelime de Türk Tabipleri Birliği için söylemek lazım, meseleye hala "sağlığın emek boyutu, hastanelerin işletmelere dönüştürülmesi" gibi romantik sol gözlükleriyle bakmaktan vazgeçmediler, uğurlar ola! Uzmanlık dernekleri iki yılı aşkın bir süredir, yazıyla değil, doğrudan yüzlerine söyleyerek uyarmamıza rağmen, süreci yönetmek şöyle dursun, konuyu çıkar zemininden bile çıkaramadılar, helal olsun (!). Bilmem bugün gelinen "hastanın tedavi hakkı, sağlığa erişim eşitliği" zaafında, bir zamanlar ettikleri Hipokrat yeminini hatırlayıp kendilerine bir utanç payı biçebiliyorlar mı? Hiç sanmıyorum!

Tam gün konusundaki ısrar, ciddi hastalığı olan ve üniversitelere gönderilen hastalar için tam bir adaletsizliktir. Bu hastalar üniversiteye erişiyorlar, ancak içeride iş bilen öğretim üyesi kalmadığından tedaviye erişemiyorlar. Bir hastamız almış çocuğunu gelmiş Diyarbakır'dan. O yaşta çok çok nadir görülen sıra dışı bir tanı, kim verecek bu çocuğun tedavisini ben buna bakarım; çünkü tedaviyi belirleyebilecek kimse yok! O yüzden uyarıyorum, yaşadığımız günlerde ciddi bir hastalıkla yüz yüze gelmemek için dua edin, çünkü Tam Gün kapışmasında "filler ve çimenler" durumundasınız; filler tepişecek, siz ezileceksiniz. Kendinizi SGK güvencesiyle tedavi ettirebileceğiniz işin uzmanı doktor bulmanız artık çok çok zor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar