Sağlam kurallara bağlı ihtiyatlı iktisat politikası
Yunanistan Başbakanı ve Maliye Bakanı’nın AB içindeki turları bekledikleri sonuçları getirmeyeceğe benziyor. Yunanistan AB’ne girdikten sonra, uzun süreler yaşadığı sahte refah döneminde girdiği borç yükünden ve kısa sürede sona ermesi mümkün olmayan kemer sıkma ve yapısal reformları sürdürme sorumluluklarından kurtulmak istiyor ama ne mümkün. AB’nin iktisadi düzeninde söz sahibi olan başta Almanya, bazı ortakları Nuh diyor, Peygamber demiyor! Birliğe üye olup, ekonomik bunalıma sürüklenmiş tek ülke Yunanistan değil. Sıkıntı yaşayan diğer ülkeler, Yunanistan’a gösterilecek her kolaylığın kendilerine de gösterilmesini isteyeceklerdir. Buna karşılık, ekonomileri daha sağlam olan Almanya ve Kuzey ülkelerinde ne hükümetler ne de kamuoyları Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’yı desteklemeye anlayışla yaklaşıyor. Hakim görüşe göre Güneyliler sorumsuz hareket etmişlerdir, hatalarının bedelini ödemeyip, maliyetleri Kuzeylilere aktarmaya çalışmaktadırlar. Ancak, Yunanistan’ın Euro’dan çıkması bu para birimini sarsıp, geleceği konusunda tereddüt yaratacağından, bir ihtimal bir uzlaşma formülü bulunacaktır.
Yunanistan’ın yaşadığı güçlüklere bakarken, geçmişte yaşadığımız güçlükleri hatırladım. 1950’den sonra belirli aralıklarla 1900’lü yılların sonuna kadar devrevi krizler yaşadık. İthal ikameci sanayii, sürekli zarar eden kamu iktisadi teşekküllerini ve tarıma cömertçe verilen destekleri iç ve dış borçlanma ile finanse ediyorduk. Sonunda borçların ödenemeyeceği bir noktaya geliniyor, uluslararası kuruluşlara başvuruluyordu. Bunlar kurtarma planları yapıyor, ülkemiz kemer sıkma ve reform taahhütlerine giriyor, böylece destek sağlanarak krizden çıkılıyordu. İktisadi istikrar dönünce, aynı kısır döngü yeniden başlıyordu. 1980’den sonra döngüyü kırmak için adımlar atıldı, sabit kurdan vazgeçildi, zarar eden işletmeler özelleştirildi, tarımsal desteklerde kısıntılara gidildi, yine de istikrara kavuşmak için 1999-2001 krizini aşmak ve bankacılık sistemimizi ıslah etmek gerekti.
Bunalımlı yıllarında ülkemize gösterilen ilginin en önemli kaynağı Atlantik Camiasının savunmasında ülkemize verilen önemdi. Türkiye’nin AB üyeliğine davet edilmesi de bu güvenlik endişesinden kaynaklanıyordu. Bugün bir iktisadi bunalımla karşılaşsak, uluslararası camiadan geçmişte gördüğümüz desteği göreceğimiz kesin değildir. Atlantik camiasının Avrupa ayağı aşamadığı güçlüklerle karşı karşıyadır, Amerika ise eski cömertliklerini yapamayacak kadar zayıftır. Buna karşılık, Türkiye’nin Atlantik Camiası’nın güvenilir ortağı olma sıfatı aşınmıştır. Döviz ihtiyacımızı sağlamaya katkıda bulunan yabancı sermaye ise ortam olumsuza dönerse gelmeyecek, kaçacaktır. Özetle, ihtiyaç duyacak olursak, kimse yardımımıza koşmakta aceleci olmayabilir. Bu gözlemlerden ben iktisadi politikamızın sağlam kurallara bağlı ve ihtiyatla yürütülmesi gerektiği sonucunu çıkarıyorum. Acaba öyle mi yapılıyor, ne dersiniz?