Sağduyu çağrıları ve ekonomi...
ARKA PLAN / Mehmet uğur civelek Geçtiğimiz hatfa içinde yaşanan gelişmeleri iki ayrı grupta irdelemek ve birbirleri arasındaki ilişkiyi daha sağlıklı bir şekilde yorumlamak zorundayız. Gerek küresel, gerekse ulusal düzeyde piyasalarda yaşanan gelişmeler ve sağduyu çağrıları arasındaki ilişkinin beklentileri yönlendirebilmek adına yanlış kurgulandığını düşünüyorum. Küresel düzeyde piyasadaki hareketlerin son bir aylık bant aralığında gerçekleştiğini, sınırlı da olsa fiyat hareketliliğinin azaldığını gözlemledik. Ulusal düzeyde ise durum daha farklı idi; dövizde ve devlet iç borçlanma senedi faizlerinde yeni en yüksek seviyelerin gözlendiği, sermaye piyasasının ise son bir aydaki en düşük seviyelerini test ettiği bir haftayı geride bıraktık. Dış piyasalar bekleme modunda iken içerideki beklentilerin olumsuzlaştığına tanık olduk; Bu farkı türban, kapatma davası ve iç kutuplaşmaya neden olan diğer gelişmelerle açıklamak bana göre gerçekçi bir yaklaşım değil. Zira kutuplaşma yaratarak siyasi ve sosyal gerginliği tırmandıran bu gelişmeler ortadan kalksa bile, içerideki olumsuzlaşma ortadan kalkmayacak. Ülkemizde kendisini küreselci olarak tanımlayanlar lehine ve diğerleri aleyhine gelir dağılımını bozan, üretici kesimleri tasfiye eden program uygulamasında ısrar edildiği sürece beklentiler bozulacak ve olumsuz fiyat hareketleri güçlenecek. Son siyasi gerginlikler bardağı taşıran son damlalar olabilir, fakat bardağı dolduran diğer damlaları görmeden, durumu düzeltmek için hiç bir şey yapmadan eğilimlerin düzelmesi olası değil. Sağduyu çağrısı yapanlar ne yazık ki işin bu tarafı ile ilgili değilmiş gibi bir görüntü sergiliyor, papağan gibi eski söylemlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyor. Ülkemizde uygulanan program yerli üretici başta olmak üzere geniş kesimlerden mali sisteme, kamuya ve yabancı sermayeye kaynak transferi üzerine kuruldu; ve bu süreç gelir dağılımında bozulma, rekabet gücünde çöküş, gelirler azalırken borçlarda kontrolsüz büyüme gibi anormal dengesizlikler üretti. Döviz kurunun yönü ve hareket hızı da tek yönlü transferin yoğunluğu üzerinde belirleyici oldu. Olumsuzlaşan dış piyasa koşulları ise sorunları ağırlaştıran, dengesizlikleri büyüten yönü ile geniş kesimlerin adeta nefesinin kesilmesi noktasına bu kadar çabuk gelinmesinde belirleyici oldu. Bu eğilimler devam etse de etmese de, ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarsızlık artacaktı. Bu temel gerçeği dikkate almayan, tam aksine sürdürme amacı içinde olan sağduyu çağrıları belki çok kısa vadede işe yarıyor gibi görünebilir; fakat orta vadede hiç bir işe yaramaz, yarayamaz. Küresel düzeyde son 60 yılın en büyük krizi etkisini hissettirmeye başladı ve riskten kaçınma eğilimi kademeli olarak yükseldi; asıl önemlisi uzunca bir süre böyle olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bu koşullarda Türkiye'nin anormal düzeylere ulaşan dış fanansman ihtiyacını karşılaması ve beklentilerdeki olumsuzlaşmayı engellemesi imkansız gibi görünüyor. Bu durumun döviz kuru ve faizleri yükseltmesi, menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerini gerileterek bilançoları yıpratması çok yüksek bir ihtimal olarak karşımıza çıkıyor. Dış finansman ihtiyacının karşılanmasını kolaylaştıran IMF ve AB çıpası gibi hikayeler işe yaramıyor, mikro ve yapısal reform önerileri bu dışa açık modelde dertlerin devası olamıyor. Zira küresel dengesizlikler hızla büyürken, içeridekilerin küçülmesinin imkansız olduğu gerçeği hesaba katılmıyor. Bir an için tersini düşünelim; dış finansman ihtiyacının karşılanması için daha etkili masallar üretildiğini, yoğun sermaye girişi sayesinde döviz kurunun ve faizlerin gerilediğini, menkul ve gayrimenkul değerlerinin arttığını, faaliyet dışı gelirlerde yaşanan patlama sayesinde bilançoların daha güçlü bir değişim sergilediğini düşünelim. Bu koşullara başta üreticiler olmak üzere geniş kesimler dayanabilir, faaliyetlerini sürdürebilir mi? Kesinlikle hayır, üstelik büyüyen borçlarını da ödeyemezler ve olacak olan kapıyı çalar!.. Bu açıklamalardan sonra soralım? Döviz kuru ve faizlerde yaşanan yükseliş tümüyle son siyasi gelişmelerden mi kaynaklanmıştır? Yoksa olumsuz dış ekonomik koşulların geciktirilmiş bir sonucu mudur? Siyasi gerginlik yaratan unsurlar ortadan kalkar ise her şeyin kalıcı olarak düzelme olasılığı var mıdır? Peki bu sağduyu çağrısı yapanların amacı nedir ve kimlere hizmet etme çabası içindedirler? Geniş halk kitlelerinden yabancı sermaye, mali sektör ve kamuya kaynak trasferinin aynen devam etmesi mümkün müdür? Kendisini küreselci olarak tanımlayanların veya onların taşeronluğuna oynayanların bu ve benzeri sorulardan hoşlanmadığını biliyoruz. Ne ektilerse onu biçme zorunda kalacakları günlerin geldiğini de görüyoruz. Tek amaçlarının krizi geciktirmek adına günü kurtarmak olduğunun da farkındayız. Fakat anlayamadığımız şey işçi ve memurlar gibi kaybedenleri temsil edenlerin neden destek için, ekonomik program uygulamalarında radikal değişiklik şartını gündeme getirmediklerini anlayamıyoruz! Sonuç ne olursa olsun orta vadede Türkiye ekonomisi durgunlaşacak ve beklentileri yönlendirenler son yılların kazançlarını geri verecek; ne yaparlarsa yapsınlar sonuç değişmeyecek. Esas sorun ise daha sonra yaşanacakların bu ülkeye ne getirip götüreceği! Artık tercihlerimizi neyi istediğinize göre değil, neleri istemediğinize göre tanımlamanın zamanı geldi...