”Saçlarım tutuştu önce”

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Ağustos, benim için yanan bir aydır. Hava çok sıcaktır, ortalık kavrulur güneşten. Şiirinde ne der Edip Cansever, "Kirli ağustos! Göz kapaklarımı da yaktım sonunda". Bunlar mıdır Ağustos’un yanışının nedeni. Hayır. Bedenim değil, ruhumdur aslında kavrulan Ağustos’ta.

Yangın, alevler, yanan insanlar, bir anda kavrulup buharlaşanlar...

Gözümün önünde canlanırlar...

Nâzım Hikmet’in şiiri ise sürekli beynimde yankılanır: 

"Kapıları çalan benim / kapıları birer birer. / Gözünüze görünemem / göze görünmez ölüler. // Hiroşima'da öleli / oluyor bir on yıl kadar. / Yedi yaşında bir kızım, / büyümez ölü çocuklar. // Saçlarım tutuştu önce, / gözlerim yandı kavruldu. / Bir avuç kül oluverdim, / külüm havaya savruldu. // Benim sizden kendim için / hiçbir şey istediğim yok. / Şeker bile yiyemez ki / kâat gibi yanan çocuk. // Çalıyorum kapınızı, / teyze, amca, bir imza ver. / Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler."

O kız çocuğu Hiroşima’da öleli 6 Ağustos’ta tam 63 yıl oldu.

6 Ağustos 1945 sabahı Albay Paul Tibbets yönetimindeki "Enola Gay" isimli B-29 uçağı, "Little Boy" (Ufak Oğlan) isimli "yük"ünü saat 08.13'te Hiroşima’nın 10 bin metre üzerinde bıraktı. Bu, uranyum-235 atom bombasıydı. Bomba yerden 580 metre yükseklikte patlatıldı. Üç gün sonra ikinci atom bombası yine Japonya'nın Nagazaki kentine atıldı.

Hızı 800 kilometreyi bulan binlerce derece sıcaklığındaki fırtına, Hiroşima'da ilk anda 70 bin, Nagazaki'de yine ilk anda 27 bin insanı buharlaştırarak yok etti. Hiroşima'da birkaç yıl içerisinde ise radyasyonun ölümcül etkisinden 140 bin insan öldü. Bombardımanı takip eden 5 yıl içinde radyasyon nedeniyle mutasyona uğrayan 60 bin kişi daha hayatını kaybetti.

Japonya’da bombaların etkileriyle hayatlarını kaybeden 500 bin kişiden birisi küçük Japon kız Sadako Sasaki idi. Hiroşima'ya atom bombası düştüğünde iki yaşındaydı. 1955'te kan kanserine yakalandığı anlaşıldı, bir sene sonra öldüğünde ardında, origami (kâğıt katlama sanatı) turnaları kaldı... Bütün dünya, onu 644 kâğıt turnasıyla tanıdı.

Yazının girişine aldığım Nâzım Hikmet’in "Kız Çocuğu," isimli şiiri, Türkiye’de Zülfü Livaneli tarafından bestelendi. Şiirin "I Come And Stand At Every Door" olarak bilinen bir çevirisi "şe Byrds" tarafından "Fifş Dimension"; Pete Seeger tarafından "Headlines & Footnotes" ve "şis Mortal Coil" tarafından "Blood" albümlerinde seslendirildi. Japonya'da 1960'lı yıllarda işçi ve savaş karşıtı hareketleri için çeşitli şekillerde Japonca'ya çevirildi ve bestelendi. 5 Ağustos 2005'te 60'ncı yıldönümü arifesinde Hiroşima Barış Anıtı'nın önünde de seslendirildi. Fazıl Say da aynı şiiri 'Nâzım' Oratoryosu için besteledi.?

Hiroşima’nın o çok acı, siyah beyaz görüntülerini İkinci Dünya Savaşı belgeselleri dışında, Alain Resnais’nin unutulmaz filmi "Hiroşima, mon Amour" filminde izledim. Bomba sonrası yanmış, yıkılmış Hiroşima sokakları, yanmış insanlar... Senaryoyu yazan Marguerite Duras’nın, o çok sevdiğim yazarın aynı adlı kitabını da defalarca okudum, okudum, beynimde canlandırmaya çalıştım... Unutulmaz müziği de hep kulaklarımda yankılandı.

Bir kadının (Fransız sanatçı Emmanuel Riva canlandırıyordu) hikâyesiydi bu. Hiroşima’da yalnızca bir gün tanıdığı Japon mimarın, geçmişte Fransa’da, işgalci Alman askeriyle tattığı büyük aşkı ve ardından gelen yıkımı anımsatmasından yola çıkıyordu. Kadın, o anları anlatıyordu adama durmaksızın: aşkı, unutuşu, özlemeyi, tutkuyu, savaşı, işkenceyi, acıyı...

Yalnızca bir günde geçen filmin sonu şöyleydi:

Kadın eski aşkına "Bak! Seni nasıl unutuyorum" diyor, sonra yineliyordu "bak seni nasıl unutuyorum Hiroşima!" ?

Biz bari unutmayalım.

Yalnızca gözkapaklarımızın yanmasıyla kurtulamayabiliriz!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar