S-400 sorununun ardındaki gizli gerçek
Av. Önder EGE
İç hukukta hukuk normlarının oluşmasını sağlayan bir kanun koyucu vardır ve ulusal düzen normlar hiyerarşisine tabidir. Oysa uluslararası toplum hiyerarşik bir yapıda değildir. Uluslararası hukuk sisteminde devletler egemen ve eşittirler. Uluslararası toplum, ortak çıkarlarının ve ortak değerlerinin bilincinde olan bir devletler grubunun tezahürü sonucunda var olmaktadır. Bugün devletler bir uluslararası toplum oluşturuyorlar ise, belli bir ortak çıkar veya bazı ortak değerleri takdir edip bağımsızlık iddialarına saygı göstermeleri, birbirleriyle girdikleri anlaşmalara itibar etmeleri ve mütekabiliyet esasına dayalı ilişkilerinde belli kurallarla bağlı olduklarını kabul etmiş olmalarındandır. ABD veya başka bir devlet Türkiye’nin üstünde değildir. Dolayısıyla herhangi bir görüşü ülkemize dayatmaları hukuk kurallarına aykırıdır. Bağımsız devletlerin bir araya geldiği, NATO gibi teşekküller de devletlerin iç ve dış egemenliğinin önüne geçemezler.
Sistem birleştirilmesi mümkün değil
Bu kısa girizgâhın ardından esas ve güncel konumuzu şöyle bir mercek altına alalım. Türkiye bir yandan ekonomik sorunları aşıp, üretim odaklı bir yapıyı tesis etmek için uğraşırken, öte yandan dış politikadaki gelişmeler nedeniyle sıkıntılı bir süreç yaşamaktadır. Bilindiği üzere, tüm dikkatler S-400’lerin ülkemize gelişi ve konuşlandırılmasına çevrilmiş durumdadır. S-400 hava savunma sistemi Sovyetler Birliği döneminde geliştirilen S-300’lerin geliştirilmiş üst modelidir. Karadan havaya fırlatılan S-300 sistemi pek çok ülke tarafından uzun süredir (1978 yılından itibaren) kullanılıyor. S-300 sistemine sahip ülkelerden üç tanesi ise NATO üyesidir (Yunanistan, Bulgaristan ve Slovakya). NATO üyelerinin Rusya’dan hava savunma sistemi almaları şimdiye kadar eleştirilen ve tepki gören bir uygulama olmamıştı. Kaldı ki, geçmişten günümüze yaşanan süreç “Rus ileri teknolojisine sahip S-400’leri NATO ve ABD sistemleri ile bütünleştirmek ve bir arada kullanmak mümkün değil” doğrultusundaki yorumları da bertaraf etmiştir. Ancak konu Türkiye’nin S-400 alımı olunca, buna karşı ABD yönetiminin ne tür tepkiler vereceği konusunda çeşitli spekülasyonlar gündeme gelmektedir. İçinde bulunduğumuz ekonomik kırılganlık da ne yazık ki bu tür olumsuzluklar nedeniyle tam olarak aşılamamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ise egemen bir devlet olarak elbette ki haklı olduğu bir konuda pozisyonunu değiştirmek durumunda değildir. Bu arada, dikkatlerden kaçmaması gereken bir konunun altını çizmekte fayda görüyoruz. Geçtiğimiz nisan ayında, Rusya Federasyonu Savunma Bakan Yardımcısı Alexei Krivoruchko, yeni hava savunma sistemi S-350 Vityaz’ın seri üretime geçtiğini açıklamıştı. Teslimatları bu sene içerisinde başlayacak olan S-350 Vityaz, hali hazırda eski Sovyet, yeni Rus Hava ve Uzay Savunma Kuvvetleri (ASDFB) dökümünde bulunan S-300 PS Hava Savunma Füze Sistemleri’nin yerini alacak bir sistem. Almaz-Antey tarafından hava soluyan ve balistik hedeflere karşı geliştirilen S-350, 60 kilometre menzile ve 30 km irtifa değerlerine sahip bir füze bataryasıdır. Bahsi geçen, S-350 füze sistemi teknik olarak S-300’lerin bir modifikasyonu olarak geliştirilmiş bir sistem. Rus, S-300, 350 ve 400 füze savunma sistemleri benzer teknoloji ve yazılımlara sahip bataryalardır. Peki, en önemli müşterisi kim S-350 füze sisteminin? Güney Kore! Yani, ABD’nin uzak doğudaki sadık müttefiki! Aynı Güney Kore, F-35 projesinin de içinde olan bir ülkedir. ABD’den F 35 alacaktır. Bir yandan da Rus S-350 müşterisidir. F-35 ABD’nin savaş uçağı projesi olarak Güney Kore ve Türkiye’nin içinde olduğu bir proje olduğuna göre, siz hiç S-350’ler yüzünden Güney Kore’ye yaptırım uygulanacağına dair bir ABD senato kararı, haber, makale veya emareye rastladınız mı? Rastlamanız mümkün değil, çünkü böyle bir vaziyet yoktur.
Hindistan ve Suudi Arabistan teslimatları bekliyor
Göz ardı etmeyelim ki, geçtiğimiz yıl Hindistan ve Suudi Arabistan, Moskova ile S-400 alımı için anlaşma yaptılar ve teslimatı beklemektedirler. İlginç olan nokta, başkasına serbest olan ve tepki çekmeyen uygulamaların, Türkiye söz konusu olunca kıyamet koparmasıdır. Ne yapmış Türkiye? ABD Başkanı Trump’ın da G20’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinde altını çizdiği üzere, kendini savunmak için ABD savunma sistemi Patriot bataryaları almak istemiş, karşıdan olumsuz yanıt alınca da Rusya’dan S-400 sistemini satın almak durumunda kalmıştır. Yani Türkiye kendi menfaatlerini haklı olarak korumuştur. Nasıl, Yunanistan’da SSCB yapımı S-300 ile NATO savunma sistemleri eş zamanlı kullanıldıysa, Güney Kore’de ABD- F 35 ve Rus- S-350 savunma sistemleri beraber kullanılacaksa, Türkiye’de aynısı olacaktır. Şüphesiz ki kıyamet kopmayacaktır, kopmamalıdır. O vakit neden bu konu gittikçe kangrenleşmektedir? Cevap belirlidir aslında! ABD’nin amacı “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.”
F-35 programındaki yaptırım
Malumunuz, S-400 öncesinde ABD ile Türkiye ilişkilerinde FETÖ yardım ve yatakçısı Papaz Branson sorunu vardı. Daha önceki tarihlerdeki Tezkere sorunu da hatırlayalım. ABD yine feryat figandı. Papaz bitti ve gitti, şimdi S-400 sorunu çıkarıldı. Göreceksiniz, bu sorun da geride kalsın başka bir anlaşmazlık kalemi devreye sokulacaktır. Mesela, Doğu Akdeniz sorunu mutfakta pişirilmektedir. Bizce, S-400 olgusu ABD’nin çıkardığı suni bir problemdir. Ardında yatan gizli gerçek “Türkiye’nin bağımsız ve milli bir güç haline gelmesinin önlenmesi” düşüncesidir. Oysa Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmak sosyal - ekonomik nedenler dolayısı ile ABD’nin yararınadır. Ancak, ABD senatosu ve güç odaklarının kulağına birileri tarafından “Türkiye’ye engel olun, bölgesinde güçsüz kalsın” diye üflenmektedir. Bu ahvalde, NATO Savunma Bakanları’nı bir araya getiren Brüksel'deki görüşmeler kapsamında, ABD'nin Savunma Bakan Vekili Mark Esper, Savunma Bakanımız Hulusi Akar'a, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi almasının Türkiye'nin F-35 programındaki rolünü sona erdireceği gibi Türk ekonomisine de yaptırımlar nedeniyle zarar vereceği uyarısında bulunabilmektedir. Başkan Erdoğan tarafından izlenen egemenlik esasına dayalı kişilikli ve bağımsız dış politika fincancı katırlarını ürkütmüş ve ürkütmektedir. Türkiye’nin güçlü varlığı, Ortadoğu üzerinde emelleri olan odakların önünde engel teşkil etmektedir. İlginç olan bir husus ise, Türkiye’de ana muhalefet partisinin S-400 sorunu karşısında ikircikli bir tavır sergilemesidir.
Kimdir veya kimlerdir ABD’yi etkileyen ve Türkiye karşıtlığına dayalı hukuksuz çelişkili bir politika izlemesini tetikleyenler? Türkiye ile ABD arasındaki son dönem krizlerinde güncel ve gündem dışı kalmayı tercih eden bir emperyalist devlet, S-400 sorununun suflörüdür. Belki de senaristi veya yönetmenidir. Kim bilir, daha ne oyunlar ortaya konacaktır? Ancak uluslararası alan ne bir kovboy filmi sahnesidir, ne de Türkiye 1967’deki Nasır’ın Mısır Baas Cumhuriyetidir. Türkiye milli menfaatlerinin gereği ne ise, onu yapmaktadır. Son sözü devletler hukukunun kurucusu Hugo Groitus’a bırakalım: “Devletlerarası ilişkiler yoktur, menfaatler arası ilişkiler vardır.”