Rüzgâr eser, güneş yakar…
Geçmiş zamanlarda yazının başlığını "Türk bakar!" cümlesiyle tamamlamak mümkündü. Ama, şimdiki zamanın gerçeği bu değil. Gerçek, Türkiye'de gittikçe güçlenen bir enerji özel sektörünün varlığı; sektörün artık suya da dokunduğu, rüzgâra da yelken açtığı, güneşe de uzandığıdır.
Yenilenebilir enerjiden söz ediyoruz. Yani, rüzgârdan, güneşten, denizlerdeki dalgalardan, nehirlerdeki sulardan, biyolojik atıklardan (biyokütle), hattâ hidrojenden… Yoksa, ülkenin elektrik üretimini halen yüzde 70'li oranlarda dışa bağımlı kılan fuel-oil'li, doğalgazlı sistem konumuzun dışında.
Nehirlerdeki sular da bir yönüyle konumuzun dışında. Çünkü, ülkenin fosil ve gaz kaynaklı elektrik üretim ve tüketimi yüzde 70'li oranlarda dışa bağımlı ise de, eldeki bilgilere göre yüzde 23'ü de hidrolik kaynaklı. Yani, bizim sularımızdan…
Geriye yüzde 7 gibi küçük bir oran kalıyor ki, elektrik enerjisi söz konusu olduğunda ülkenin dağlarında bayırlarında esen rüzgârın; göklerini ışıtan, insanını, bitkisini, börtü böceğini, toprağını ısıtan, hayat veren güneşin "sığışmak" zorunda bırakıldığı pay bu kadar.
752 proje, 78 bin MW…
Hidrojenden, jeotermalden filan vazgeçtik. Bunlar rüzgârını, güneşini doğru dürüst değerlendirip elektrik enerjisine çeviremeyen bir Türkiye için henüz "lüks" işler. Ana girdisi sıfır maliyetli rüzgâr ile sıfır maliyetli güneş olan üretim sistemlerine yol verebilecek bir siyasi ve bürokratik irade "teşekkül" edebilse, rüzgâr patikası otoyola dönüşebilecek.
Nitekim, 2005 yılında nihayet çıkarılan 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu'nun verdiği hevesle EPDK'nın masalarına yığılan toplam 78 bin MW kurulu kapasiteli 752 rüzgâr projesi var. Ne ki, büyük bölümü bürokratik süreçlerde takılmış veya sonuçsuz kalmış. Bugün, Türkiye'nin rüzgâr elektriği sadece toplam 313 MW.
Enerji yatırımlarında lisanslama yetkisi EPDK-TEİAŞ-TEDAŞ bürokratik üçgenince paylaşılıyor. Bu üç kamu otoritesi bir yönüyle yasaların verdiği görev ve sorumlulukları yerine getiriyor. Buraya kadar sorun yok. Sektör çevrelerine göre, sorun bu görevlerin yerine getiriliş yöntemlerinde…
Kural değişiklikleri, o kurumdan bu kuruma gel-gitler, eksik evrak vs. derken bir hesaba göre sadece lisanslama süresini üç yılı bulduğu söyleniyor. O da lisans alınabilirse…
Meclis'teki teklif
Ancak, şunu da belirtelim: 5346 sayılı kanun zaman zaman yatırımcıyı yıldırıcı uygulama sakatlıklarına rağmen, önemli bir başlangıç. Ama, bürokratik sorunların yanında, başta alım garanti fiyatlaması, teşvik yetersizliği gibi nedenlerle yetersiz kalmış.
Yasadaki bu eksiklerin giderilmesi çabası bu nedenle önemli. Altı ay önce Meclis Başkanlığı'na sunulan bir yasa teklifi bu çabanın bir ürünü. 5346 sayılı kanunda yenilenebilir enerji yatırımlarının cazibesini artırıcı, kolaylaştırıcı değişiklikler öngören teklifin hazırlayıcısı ve takipçisi AKP Kütahya Milletvekili ve TBMM Sanayi Komisyonu Başkanı Soner Aksoy.
Teklifin AKP Meclis Grubu'nda benimsenmiş olması, altı ay gecikmeyle de olsa, TBMM Enerji Komisyonu'nun gündemine alınması, ilk tartışmaların yapılması ve olgunlaştırılmak üzere alt komisyon kurulması teklifin yasalaştırılma şansını artırıyor.
Aynı konuda Enerji Bakanlığı'nın hazırladığı bir de taslak metin var. Bu metnin komisyon aşamalarında Aksoy'un teklifiyle birleştirilerek değerlendirilmesi mümkünken, bakanlık her nedense çekinser davranıyor. Acaba neden? Bakanlık, en üst enerji otoritesi olarak Meclis'te başlatılan yasama sürecine katılsa ve yenilenebilir enerjinin yolu genişletilse fena mı olur?