Rusya’yla ilişkide yalnız kalmamak için AB ile yakınlaşma şart!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 9 Mayıs Avrupa Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda, Avrupa’da yükselen ayrımcılık, kültürel ırkçılık, yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı gibi eğilim ve politikaların Türkiye-AB ilişkilerini zehirlediğine vurgu yaparak “Temennimiz, AB ile işbirliğimizi göç, ekonomi, enerji, Gümrük Birliği ve üyelik müzakereleri gibi alanlarda en ileri seviyeye taşımaktır'' dedi. Türkiye Avrupa’ya yeşil ışık mı yakıyor? Emeritus Profesör İlter Turan anlatıyor…
Türkiye Avrupa Birliği’ne göz mü kırpıyor?
Malta'da Avrupa Birliği (AB) bakanlarının Türkiye'yle dostluğu devam ettirme arzusunu ifade etmesinden ve Almanya'nın da bu ilişkiye verdiği değeri dile getirmesinin ardından Türk hükümeti de AB ile tamamen kopmayı arzulamadığını, ilişkinin gelişmesini arzuladığını ifade etmiş bulunuyor. Bir ihtimal Türk hükümetinin önceki tavrı biraz da seçim ortamının kamçıladığı bir sertlikmiş. Serinkanlı düşünüldüğünde, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini zedelemesi için bir sebep bulunmuyor. Zaten Türkiye'nin çevresindeki ülkelerle olan ihtilaflarına baktığınız zaman, AB'ye üye ülkelerden sadece Kıbrıs Rum Kesimi ile ciddi bir ihtilafımız var. O da bir çatışmadan ziyade artık giderek yerleşiklik kazanmış bir durumdur. Maalesef bu durum Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri her zaman kilitleyen de bir durum olmuştur. Eğer Türkiye'nin talep ettiği üzere AB ile olan ilişkilerin canlandırılması söz konusu olacaksa, AB'deki dostlarımızın Kıbrıs'ı bazı fasılları engellememesi konusunda ikna etmesi gerekecektir. İktisadi açıdan henüz toparlanamamış olması, Kıbrıs'ı bazı fasılların açılmasına koyduğu şartları kaldırmakta ikna etmekte AB’ne yardımcı olacaktır.
AB’yle fasılların açılması neden önemli peki?
AB'nin özellikle 23 ve 24'üncü fasılların üzerindeki kayıdın kalkmasıyla bu konuları müzakere etmesi çok önemli. AB, kanımca çok da haklı olarak Türkiye'deki gelişmelerin bir demokrasi aşınmasına işaret ettiği endişesini dile getiriyor. Bu fasıllar açılacak olursa, AB Türkiye'den neleri nasıl değiştirmesi konusundaki taleplerini daha net biçimde ifade etme ve Türkiye'nin o fasıllardaki hususlara uygun olarak davranışını yönlendirmesini bekleme hakkını elde edecektir. Bu fasılların açılması, Türkiye’nin AB’ne yönelişi açısından bir samimiyet testi oluşturacaktır. Dolayısıyla, bu alanda bir gelişme kaydedilmesini ümt ediyorum. Bu önemli bir sembolik gelişme olur, Yoksa, daha genel olarak, AB şu sırada zaten kendi iç sorunlarıyla ilgilenen, dünyadaki önemli gelişmelerde belirleyici bir rol oynamayan, izlediği politikalar da başkaları tarafından pek destek görmeyen bir duruma düşmüştür.
Avrupa yalnızlaşıyor mu demek istiyorsunuz?
Mesela AB’nin Rusya’ya karşı uyguladığı boykotu Amerikalılar artık desteklemez gözüküyor. Bu suretle Avrupa yalnızlaşıyor. Avrupa’nın şu anda endişelerini giderecek olan belki de tek önemli husus Trump’ın başlangıçta NATO aleyhtarı gibi gelen beyanlarının ardının bir miktar kesilmiş olması. Amerika böylelikle Avrupa’nın savunmasına önem verdiğini ifade etmiştir. Bu, Türkiye için de önem ifade etmektedir ve Türkiye, AB ile bir arada hareket ederek Avrupa savunmasının planlanmasındaki yerini korumaya çalışmalıdır. Çünkü Ruslarla ilişkilerimiz iyi olmakla birlikte Rusya’nın Türkiye üzerindeki isteklerini sınırlamakta Türkiye’nin yalnız kalmaması daha faydalı olacaktır. Bu açıdan AB ile hem savunma, hem de, her zaman dile getirdiğimiz gibi, iktisat alanındaki ilişkilerin gelişmesi için bir gayret gösterilmesi gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve hükümet üyelerinin yaptığı AB ile ilişkileri düzeltmeye dönük açıklamaları bu bakımdan memnuniyetle karşılamak gerekir.
Macron’un zaferi Müslüman karşıtı sağın yükselişinin sonu mu?
Fransa’nın seçimi bütün Avrupa hakkında kanaat ifade etmemize yeterli olmayacaktır. Ama en azından içinde önemli ölçüde Müslüman nüfusu barındıran bir ülkede sağın iktidarı ele geçirememiş olması önemlidir. Dikkatten kaçmaması gereken konu Fransa’daki bir çok hareketin aşırı sağa karşı birleşmiş olmasına rağmen aşırı sağın oylarının geçmişe göre daha da artmış olmasıdır. İkincisi, her Avrupa ülkesinin kendi iç politikasında sağın yeri birbirinden farklı. Ancak Avrupa siyasetine en fazla yön veren Almanya’da şimdilik aşırı sağın yükselişi ciddi bir tehlike arzetmiyor. Böyle baktığınızda Avrupa’da ırkçı ve dinci bir sağ yükselmekle birlikte bunun Avrupa siyasetini her ülkede belirleyecek düzeye varmadığını söyleyebiliriz. Üstelik tersi bir durum da Türkiye’de var. Çok güçlü olmasa bile AB’yi bütünüyle bir Hristiyan kulübü olarak gören ve Hristiyanlarla işbirliği yapılmamasını, tamamiyle İslam dünyasıyla ortaklıkların gerektiğini ileri süren görüşler var. Bunlar ne mutlu ki kendi başlarına siyaseti belirleyecek bir güce ulaşmış değil.
Dolayısıyla AB ile olan ilişkilerimizde kiminde az kiminde çok olmak üzere AB ülkelerinin hemen hepsinde İslam karşıtı hareketlerin olabileceğini kabullenmemiz lazım, nasıl ki bizde de bunun tersi geçerliyse. İlişkiler bu temele indirgenmemeli, daha çok iktisat, demokrasi ve yönetişim konularında işbirliği yapılmalı. Bir de her zaman söylediğimiz gibi üslup konusunda çok itinalı davranılmalı.
Devlet Bahçeli neden idam cezasını telafuz ediyor?
Mevcut hukuk sistemimize göre verilebilecek bir ceza olmadığı için idam cezasının bugüne kadar suç işlemiş olanlara dönük olarak işletilmesi mümkün değil. Eğer geçmişe uygulanabilecek şekilde değiştirilecek olursa, Türkiye’de zaten bir hayli zayıflamış olan hukuk devleti, tamamen çökmüş olacaktır. İkincisi, idam cezasının Türkiye’de olduğu dönemlerde dahi genellikle uygulanmasına dönük yaygın bir isteksizlik vardı ve çoğu zaman infazı geciktirilen türden bir cezaydı. Kamuoyu da insanlar mutlaka idam edilmeli gibi heyecanlı bir bekleyiş içinde değil. Şu anda idam cezasının yeniden ihdası konusunda toplumdan gelen güçlü bir talep bulunmamaktadır. Siyasi liderlerimiz bu olasılığa işaret ederek gündemde olmayan bir meseleyi gündeme sokmuşlardır. Şimdi de konu siyasi rekabet aracına dönüştürülmek istenmektedir. Aslında bu, AB ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerimizin dışında da tartışılmaması gereken bir konudur. Daha birkaç gün önce üç genç insanın asılmasının yıldönümünü yaşadık ve böyle bir cezanın toplumda nasıl derin ve unutulmaz yaralar açtığını gördük. Üstelik anladığım kadarıyla, idam cezası, olağan ceza sürecinin bir aracı olmaktan ziyade siyasi amaçlarla kullanılmak istenen bir ceza türü olarak önerilmektedir ki bu en kötüsüdür. Zaten bir arada bulunmakta bir takım sorunlar yaşayan toplumumuzu derinden yaralayacak yeni bir çatışma konusuna ihtiyacı yoktur.