Rumeli Feneri'nin hikâyesi

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

İstanbul bugünlerde yaşadığımız gibi hep rüzgârlı, hep yağmurlu değildir. Bazen sis basar, sessizleşir. Böyle günlerde Tevfik Fikret'in ünlü şiiri kulaklarımda yankılanmaya başlar: "Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, / beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan / ağırlığının altında herşey silinmiş gibi, / bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; / tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar / onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!"

Ben korkmam! Kendimi sokaklara atarım. Özellikle de deniz kıyılarına. İşte oralarda hayallerin o korkunç sınırlarını zorlar, korkuya doğru birkaç adım olsun atabilirim. Hani Amarcord'ta sisler içinde kaybolan çocuk, hayal meyal fark ettiği korkunç yaratıktan (bir öküz) nasıl da kaçmıştı. İçimin onunki gibi hop etmesini isterim...

Böyle bir sisli gündü geçenlerde, kendimi Rumeli Feneri'nde buldum. Fenerin altlarında bir yerlere oturdum. Hemen önümüzde bulunan mendireğin ardındaki minik limana sığınmış teknelerin direkleri dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Tabii fener de... Ancak biteviye çalan sis düdükleri yerini hatırlatıyor, kimi zaman da hafif aralanan sisin içinden beyaz bir hayalet gibi doğup sonra yeniden yok oluyordu... Sahilde Nuh'un Gemisi'ne dönüşmüş bir teknenin hayalet omurgası ise benim "öküz"üm olabilirdi...

Fener... Her iklim şartında (sis hariç, ama onun hayal gücünü tetikleyen lezzeti bir başka) hayranlıkla saatlerce seyredebileceğim o muhteşem yapı. Ülkemizin 354 fenerinden biri olan buradakinin geçmişi neredeyse 160 yılı bulacak... Öyleyse bilgileri anımsamanın tam zamanı:

Fener, Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmış, 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber işletilmeye başlanmış. 1933'de Fransızlar'a verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edilmiş. Deniz yüzeyinden 58 metre yüksekte, kulesi ise 30 metre boyunda. Işığı 18 deniz mili uzaktan görülebiliyor.

Evliya Çelebi Seyahatname'sinde, "kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir fânus-u azîm" bulunduğundan bahsettiğine göre, burada hep bir fener olmuş. Tabii bugün pek iyi bir halde olmayan kale de...

Ve fenerin içinde bulunan Saltuk Dede Türbesi... 1700'lerin son çeyreğinde, yani fenerden öncesine tarihleniyor. Gemiler, türbeye dikilen mumların, içinde yakılan fenerlerin ışığından yararlanarak yollarını bulurlarmış. Fener, yapımı sırasında iki-üç kez yıkılınca, nedeni olarak Saltuk Dede Türbesi üzerine inşa edilmesi kabul görmüş. Bunun üzerine türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak açılışı birlikte yapılmış. Günümüzde cami cemaati sabah namazından sonra topluca türbeye giderek dua edermiş; köy balıkçılarının da denize açılırken uğradıkları yermiş türbe.

Rumeli Feneri'nde eski tarihlerden beri Dalyan balıkçılığı da yapılıyor. Boğaz'ın birkaç dalyanından birisi burada. Bağlaraltı (Papaz Burnu), Bara ve Atlamataşı mevkileri dalyanların kurulduğu yerler. Bağlaraltı dalyanı İstanbul Boğazı'nın en büyük ve en verimli dalyanı ve halen burada kurulmaya devam ediliyor.

Fenerin bulunduğu köyün antik çağlardaki ismi Panium veya Panyum Burnu, Bizans döneminde ise Fanaraki veya Fanariyan Burnu olarak anılıyor, Avrupa feneri ya da küçük fener anlamında.

Bugün göremediğim, ama sis sayesinde hayal ettiğim antik çağlardaki ve Bizans dönemindeki isimlerinin Türkçe karşılığıyla Orakiye, Öreke kayalıkları da burada. Bunlar, zamanla birbirinden ayrılmış beş büyük kayadan oluşuyor. Osmanlı döneminde onlara "kanlı kayalar" ismi verilmiş, sonraları Kocataş, Körtaş, Mavi Kayalar ve Kızılkaya da denilmiş. Bugün bu kayalıklara Öreke, halk dilinde ise Roke adı veriliyor. Bizans döneminde kayaların en büyük ve en yüksek olanının tepesine gemilere yol göstermesi amacıyla dikilmiş bir sütun varmış. Kayaların en büyüğünün doruğunda Apollo Tapınağı'nın bulunduğu da söyleniyor. Bu kayalıklara o dönemde Symplegades deniliyormuş, hareket ettikleri ve biribirlerine yakınlaştıklarına inanılıyormuş. Tabii ki böyle bir şey yokmuş, ancak gel-gitin yarattığı bir göz yanılmasıymış.

Bilgilerim bu kadar... Dönüşte daha çok araştıracak, bugün sisin için ruhumu dinginleştiren bu köyü daha fazla tanımaya çalışacağım. Hiçbir sis, bilgileri örtemez ki...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar