Ruhumuz geri geldi!

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

 

Son yazımızın başlığını “Kalite, çoğulculuk ister” diye atmıştık ve şöyle bir özet cümle kurmuştuk:

“Demokrasi dediğinizde ise çoğulcu bir politik yapının anlaşılması gerekiyor. Yani ‘bir kişi söylesin herkes onu dinlesin’ değil, ‘herkes söylesin, herkes dinlesin, toplum böylece doğru yolu bulsun’ anlayışının yerleşmesi gerekiyor.”

Bu satırların yayınlandığı cuma akşamından başlayarak neler yaşandığını sanırım kimseye anlatmama gerek yok. Ancak yaşananlardan çıkartılacak çok önemli dersler var. Olayın nedenleri, sonuçları ve dersleri yıllarca üzerinde çalışılacak, kafa yorulacak cinsten. Çünkü örgütsüz ve kendiliğinden ortaya çıkan bir halk hareketi ile karşı karşıyayız. Ama bu hareket öylesine geniş kapsamlı ki, sokaga çıkan yüzbinlerce insan aynı anda pek çok yere, tabiri caizse “ayar vermiş” durumda. Şimdi ilk bakışta göze çarpan ve bu köşenin temasını ilgilendiren derslere kısaca bir göz atalım isterseniz.

Öncelikle işin siyasi yönüne bir bakalım

Bence yaşananlardan alınması gereken ilk ders, beklenenden yavaş da olsa çoğulcu bir yapıya doğru yol alan bir toplumu, tam tersi yönde baskı altına alma çabasının aslında tehlikeli bir girişim olduğudur. Yani, yüzde kaç oy alırsanız alın, temel hak ve özgürlükleri -ki bunların içinde ifade özgürlüğü, siyasal katılım ve yaşam tarzı önemli bir yer tutuyor- tartışma konusu yapmak çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

İkinci olarak demokrasiyi sandığa indirgemek ve geçen hafta söylediğimiz gibi sandıkta alınan oyu 4-5 yıllık sınırsız bir irade devri olarak görmek mümkün değildir. Zira böyle kabul edildiğinde her 4-5 yılda bir ülkeyi dağıtıp tekrar yeniden kurmak da mümkün olabilirdi ama değil elbette...

İkinci olarak siyasi iletişim alanında çıkartılacak dersler de var.

Her şeyden önce siyasi iletişimi de pazarlama iletişiminin diğer alt disiplinleri gibi iki yönlü bir süreç olarak görmek gerekiyor. Siyasi iletişim sadece Başbakan’ın söylediklerinin tek yönlü olarak topluma anlatılması ve benimsetilmesi çabası değildir. Bu tür bir çalışmaya “iletişim” değil olsa olsa “Propaganda” adı verilir ki, biliyorsunuz bu işin doruk noktasına ulaşıldığında takvimler 1940’ları gösteriyordu.

Bunun yanında, siyasi iletişim sürecinde geri bildirimi yalnızca seçmeninizden almak, toplumun size oy vermeyen bölümünün istek, arzu, beklenti ve duyarlılıklarına bilinçli olarak kapıyı kapatmak, uzun vadede istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor. Görüldüğü gibi, insanlar eninde sonunda dertlerini anlatacak yolu buluyorlar, bulamazlarsa yaratıyorlar.

Üçüncü olarak medya açısından çıkartılacak dersler var ki, bu bence en büyük derslerden biri.

Görüldüğü gibi, eğer işimizi yapmazsak -hatta iyi de yapmazsak- birileri kapımıza kadar gelip yapmamızı söyleyebilecek ve yaptıracak güce sahip. O birilerine de artık “Müşteri” mi dersiniz, “Tüketici” mi dersiniz, “Halk” mı dersiniz o size kalmış. Ama ne olursa olsun varlık nedeninizi inkar ederek uzun süre ayakta kalmanın mümkün olmadığını sanırım herkes anlamıştır. Buradan penguen metaforuna veya plazalara doğru sallanan paralar konusuna hiç girmeyelim isterseniz.

Dördüncü olarak marka iletişimi açısından çıkartılacak dersler var.

31 Mayıs günü, pek çok markanın Taksim’de yapılacak AVM’ye girmeyeceği yönündeki açıklaması hedef kitlenin nabzının tutulması açısından tam zamanında ve yerinde atılmış adımlardı.

Oluşan toplumsal duyarlılığı zamanında algılamak ve bu duyarlılığın yükseleceğini öngörerek bu beyanda bulunmak aslında siyasi veya sosyolojik gelişmelerden bağımsız marka iletişimi yapılmaması gerektiğinin de en iyi göstergesi. Bu açıdan, böyle bir ortamda bu açıklamayı yapan markaları da tebrik etmek gerekiyor.

Bunlara ek olarak eylemler sırasında yardım isteyen eylemcilere yönelik tavırlarla ilgili de birkaç şey söylemek gerekir. Bu konuda Starbucks örneğinde ortaya çıkan şikayetler ve protestolar, bize bedelinin çok ağır olabileceğini düşünsek bile, gerekli durumlarda vicdanımızın sesinin her türlü maddi hesabın önüne geçmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Yaptığımız iş ne olursa olsun; ister habercilik, ister kahvecilik, ister otelcilik ister başka bir şey...

Son olarak müşterilerimizin aslında “müşteri” değil insan olduğunu asla ve asla unutmamamız gerekiyor. Çünkü yaşadığımız süreç hepimize gösterdi ki, ne kadar yok edilmeye çalışılırsa çalışılsın, ne kadar yok olmuş gibi görünürse görünsün, bu kentin, bu ülkenin, bu dünyanın bir ruhu var ve insanlara yaşam gücü veren şey de bu ruhtan başkası değil.

Eh, zaten her zaman insanların ruhlarını yıkarak değil, tam tersine, koruyup geliştirerek ve evren için bir değer yaratarak pazarlama başarısına sahip olunacağını söylemiyor muyuz?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018