Rogers Waters’la anılara yolculuk....
Onu seyrettiğim unutamadığım gecelerden birisini New York’ta yaşamıştım. Eric Clapton’la birlikte “Wish You were Here”i yorumlamıştı Rogers Waters... Çok soğuk bir günün, buza kesmiş akşamıydı... Otel odama sığınmış, sakallarımda biriken buzları anca eritebildikten sonra TV’yi açmış, o unutulmaz yardım konserini seyretmiştim... “Keşke Sen Burada Olsaydın” isimli şarkı, o yalnız New York gecesinde gözlerimde biriken yaşlar olmuştu...
Pink Floyd’un isim babası da olan, çok erken kaybettikleri Syd Barrett'a ithafen yazılmıştı “Wish You were Here…” Daha çıktığı yıl, yani 1975’te, TRT’de (şimdilerde NTV Radyo’da süren) Yavuz Aydar’ın programında taze taze çalarken teybe almış, 1973’teki “The Dark Side of the Moon”un ardından, bu albüm, mono Philips kaset çalarımdaki ikinci Pink Floyd kaydım olmuştu…
Tabii Alman müzik dergilerindeki Pink Floyd posterleri de odamın duvarlarını çoktan süslüyordu… Gece mavisi ışıkların altında bas ve vokalde Roger Waters, tuşlu çalgılarda Rick Wright, davulda Nick Mason, gitarda David Gilmour… Tanrım ne muhteşem bir görüntüydü!
Pink Floyd, 1965'lerde ismini o dönemin iki blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council'den alarak kurulmuştu. Yalnızca müzikte değil, sinema ve felsefe gibi alanlarda da tartışılacak ürünlerine tanık olacağımız bir gruptu... İlk ismi “Sigma 6” olan toplulukta, David Gilmour yerine gitarda, 1968 yılına kadar Syd Barrett vardı...
İşte bu topluğun önemli adlarından Roger Waters, geçtiğimiz yıllarda Kuruçeşme Arena’da 11 kişilik topluluğu ile bir konser verecekti ve ben, en önde onu izleyecektim... Posterlerdeki gibi yine o gece mavisi ışıklar olacaktı sahnede ve anılar, Boğaz’ın üzerinde değil, benim beynimin içinde uçuşacak, uçuşacaklardı...
Pink Floyd... Benim için çok ünlü bir topluluk değildi yalnızca, gençliğimin, en güzel yıllarımın anılar toplamıydı...
O uydurma teyplerde, lambalı radyolarda gelişen müzik zevkimizin, sokaklarda yaşanan aşklarımızın, küçük öpüşmelerimizin, kocaman yüreklerimizin, gecenin ıssızlığında caddelerde duyulan silah seslerinin, yapıştırılan afişlerin, seyredilen siyah beyaz filmlerin, hep ama hep duyulan geleceğe umutların müzikleriydi...
Ve Roger Waters, 4 Ağustos Pazar akşamı bu kez İTÜ Stadyumu’nda “The Wall” ile sahnede olacak. Sahne haricinde kurulacak 110 metrelik duvarda “The Wall” hayranları unutamayacakları bir şova şahit olacak, o ünlü duvar, 199. kez paramparça olacak.
Waters’ın 75 tırda taşınan 140 tonluk prodüksiyon malzemesi ile resm-i geçit halinde sahnelenen konser, 2011 yılından bu yana dünyayı geziyor. 28 ülkede 192 kez sahneye çıkan Roger Waters ile “The Wall,” yaklaşık 3.5 milyon kişi tarafından izlenerek 2011-2012 yıllarının en çok hasılat yapan turnesi olmuş.
Waters bu turnesinde 120 metrelik duvara dünyanın akışını değiştiren insanların fotoğraflarını da yansıtmaktaymış. Bu geleneği İstanbul'da da sürdürecek sanatçının, Türkiye'den Adnan Menderes, Uğur Mumcu ve Hrant Dink'in fotoğraflarını seçtiği söylenmekte.
Evet, Roger Waters yine Türkiye’de olacak. O 4 Ağustos Pazar akşamı ben konserde olamasam da Pink Floyd’u evimde dinleyeceğim. Hayatımın birçok gününde olduğu gibi anılar bir kez daha kanatlanacak, duvar bir kez daha yıkılacak...