Riskler; jeopolitik, ekonomik ve siyasi
Hatırlarsanız Covid sonrasında depreminden salgın hastalığına, banka batışlarına, Orta Doğu krizine kadar birçok belayla uğraşan dünyada artık sosyal medyanın komik mesajlarında belki de çok paylaşılan “bir de uzaylılar istila etseler tam olurdu” mesajları oldu. 2024’te de belirsizlikler varlıklarını sürdürüyorlar ve nu sene için de önümüze baktığımızda yine ucu belli olmayan tüneller görmek mümkün.
Geçen hafta Tayvan riski üzerine yazmıştım, hazır konuya başlamışken diğer ihtimallere de değinelim ama olası bir Tayvan savaşının ekonomik boyutlarına sebepleriyle birlikte daha sonraki bir yazıda yeniden değineceğim. Bildiğiniz üzere temel olarak petrol fiyatlarını yükseltecek gerçek ve kalıcı nedenlerin kalmadığını savunan taraftayım. Ama gerek Rusya gerekse Suudi Arabistan, en büyük gelir kaynakları arasında bulunan petrolün fiyatını yüksek tutmak için her zaman iyi nedenler oluşturabiliyorlar.
En son hikâye Kızıl Deniz’deki saldırılar. Bu durum henüz kalıcı bir fiyat sıçramasına neden olmadı ama ilerleyen zamanlarda ABD ile İran’ın askeri olarak yüzleşmeleri görünümü önemli ölçüde değiştirebilir. Aslında neredeyse pamuk ipliğine bağlı olan bu konu şimdilik engelleniyor ama bir noktada gerçekleşebilir. İşte o zaman gelişmenin top yekûn bir askeri harekata veya savaş durumuna mı dönüşeceği veya ortamın sakinleştirilip ufak bir yüzleşmeyle mi kalacağı önemli olacak.
İşin büyümesi halinde riskler sadece petrol fiyatı boyutunda kalmayacaktır. Bunu da kenarda not olarak tutalım. Orta Doğu savaşının bir diğer boyutu ise İran-İsrail arasında gerçekleşiyor. Daha geçen hafta İran, Irak topraklarında bulunan ve İsrail’in gizli karargâhı olduğunu iddia ettikleri bir bölgeyi vurdu.
Yani aslında savaşın ABD’yi içine almadan ama İran’ı alarak genişleme ihtimali artıyor. Ne yalan söyleyeyim; İran’ın İsrail’le savaşa girmesi halinde seçim senesinde olmasına rağmen ABD’nin bölgeye direkt olarak asker göndermese bile İsrail’e silah desteği sağlaması ihtimali yüksek. Bu durumun çok başkaca boyutları ortaya çıkabilir.
Bir diğer risk ise Almanya’da üretimin, Avrupa’da tüketimin yavaşlamasının bölgede ekonomik durgunluğu tetiklemesi olacaktır. ABD ekonomisi henüz yavaşlama sinyalleri üretmezken Avrupa ve İngiltere’nin bir durgunluğa doğru koşarak gidiyor olması acaba merkez bankaları arasında bugüne kadar gelenek olan “önce Fed, sonra diğerleri” kuralını değiştirir mi?
Ekonomik döngülerde hepsi olabilir, na-mümkün demek olmaz. Ama böyle bir durumun gelişmesi fiyatlamalarda büyük salınımlara neden olur. Örneğin eurusd paritesinin artık par değerde olan 1.00’da mı duracağını yoksa 0.80’lere mi gideceğini düşünmek gerekir.
ABD-Avrupa hisse senedi piyasası arasında ki ABD lehine olan açıklığın daha ne kadar yükseleceğini tartışırız. Düşündüğünüzde bu gerçekten çok uzak bir ihtimal olmayabilir. Sonuçta bundan 10 yıl öncesinde dünyada otomotiv devi olan ülke kimdir diye sorsanız hiç düşünmeden “Almanya” cevabını alırdınız. Şimdi bu yazıyı okurken “hala Almanya” diyenleriniz olabilir.
Doğru da olabilir, yorum yapmıyorum. Ama ciddi bir kesiminiz de “Çin olabilir mi acaba?” diye düşünmüştür. İşte risk budur! Zaten gerçekleşirse realite oluyor. Bu konuda bir istatistik paylaşayım: Avrupa’dan Çin’e yapılan otomobil ihracatı neredeyse hiç artmazken (seneden seneye azalış artış oluyor ama belirgin bir artış yok) Çin’den Avrupa’ya yapılan otomobil ihracatı son 3 senede 2 katından fazla artış göstermiş.
Bu da yukarıda sorduğum sorunun cevabı hakkında kişisel fikirden ziyade sayılarla verilen bir cevap olarak aklımızda dursun. Ek olarak, Avrupa Birliği sonucu belki de Çinli elektrikli arabalara ekstra vergi koyulmasına gidebilecek bir soruşturma başlattı. Bu sefer de Avrupa Çin’i engellemek için bir ticaret savaşı mı başlatıyor? 2024’ün şimdiden öngörülmesi zor risklerinden birisi de ABD’deki başkanlık seçimleri.
Donald Trump’ın çeşitli eyaletlerde seçime katılması mahkeme kararı ile engellenmişken dana geçen hafta Iowa’daki ön seçimi kazanması, seçim yaklaştıkça durumun ne kadar karışık bir hal alabileceğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Trump’ın yeniden Oval Ofis’e dönmesi, geleceğe yönelik olarak politika değişikliklerini gündeme getirecektir. Özellikle Çin ile olan ticari dengenin yara alma ihtimali hisse senetleri piyasasında sert dalgalanmalarla sonuçlanabilir. Ayrıca önceki Trump döneminden hatırladığımız ithalat vergileri yeniden gündeme gelecektir.
Hafızamızı tazelemek gerekirse, o dönemde artan vergilerin son kullanıcı için fiyat artışı demek olduğunu ve bunun enflasyonu da tetikleyebileceğini konuşuyorduk. Şimdilerde enflasyona karşı verilen savaşın üstüne böyle bir ihtimal faizlerin düşmesini bekleyenlere bir sürpriz de verebilir. Doğrusu süreçler arasında uzun bir zaman farkı var, bu nedenle bence bu ihtimal düşük ama yine de masanın kenarında bulunmasında fayda var.
Bütün bunlar 2024 ve sonrasında uzanabilecek, küresel boyuta ulaşabilecek riskler olarak karşımızda duruyor. O zamana kadar en iyiyi umacağız ama olası aksilikler için portföylerimizi ve zihinlerimiz açık tutacağız. Bu arada başlıkta jeopolitik, ekonomik ve siyasi dedik. Bakalım öngöremediğimiz neler çıkacak 2024’te?