Riskler büyümeyi baskılıyor
Türkiye ekonomisinde bir süredir iki olgu bir arada görülüyor. Bir yandan ekonomi büyüyemiyor. Potansiyel büyüme oranımızın altında salınıyor gibiyiz. Bir yandan da sürekli artan bir risk ortamında yol almaya çalışıyoruz. Dozunu bilmiyorum ama bu ikisi birlikte hareket ediyor gibi bir izlenimim var. Büyüme sorunu ile riskler arasında bir bağlantı var gibi görünüyor. Bu bağlantının varlığını ve varsa anlamlılık düzeyini istatistiksel olarak test etmek mümkün. Keşke birileri araştırsa da bu konuda güvenilir bilgi sahibi olsak. Belki Türkiye’de bu ikiliyi bir araya getiren bir (ya da daha fazla) araştırma vardır da ben bilmiyorumdur.
Elimizde istatistiksel araştırma bulguları olmaması konu hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı anlamına gelmiyor. Böyle bir bağlantıyı soyut düzeyde tartışabiliriz diye düşünüyorum. Üstelik ekonomi üzerinde bu kadar yoğun bir risk bulutu varken böyle bir tartışma yararlı olur.
Ampirik bilgiler bir ülke ekonomisinde risklerin (ya da risk algısının) artmasının ülkeye dönük kaynak girişini yavaşlattığını gösteriyor. Bunu iki adım daha öteye taşımak da mümkün. Risklerin artması ulusal varlıkların karlığını azalttığı için sadece fon girişlerinin azalmasının ötesine geçip ülkede yatırılmış fonların çıkmasına da neden olabiliyor. Kaynak çıkışı girişini aştığı durumlarda ülkeden net kaynak çıkışı oluyor. Bu gibi durumlarda, risk algısındaki tırmanma dozuna bağlı olarak, bazen üçüncü adım da devreye girebiliyor. Yabancı fonların yanı sıra yerli fonlar da dışarıya kaçıyor. Süreç genel bir fon hacmi daralması, fon kuruması ile sonlanıyor.
Kaynaklar bağlamında risk artışının iki etkisine vurgu yapmak yerinde olur. Bunlardan birisi risk algısının yükselmesi nedeniyle fon girişinin yavaşlaması, fon hacminin daralmasıdır. Bu yatırım fonlarının hacminin küçülmesi, yatırımların yavaşlaması ya da gerilemesi anlamına gelir. İkinci etki fon hacminin daralması sonucunda fon maliyetinin (faiz) yükselmesidir. Faizin yukarıya doğru hareketinde faizin bir yandan kazanç bir yandan da maliyet unsuru olmasından kaynaklanan iç içe girmiş iki etken söz konusudur. Bunlardan birisi gelir beklentisinin (faiz) artan risk ölçüsünde yukarıya doğru revize edilmesidir. İkincisi ise risk nedeniyle fon çıkışının doğrudan fon arzını daraltıp faizi yukarıya doğru baskılamasıdır.
Dikkat edilirse riski artışının kaynak girişi ve faiz üzerindeki etkileri hem yatırımların daralması hem de yatırım maliyetinin artması gibi sonuçlar yaratıyor. Bu iki etki büyümeyi yavaşlatıp, büyüme hızını potansiyelin altına çeker. Artan risk ile yavaşlayan büyümenin bir araya gelme nedenlerinin bir boyutu budur. İkinci bir boyut ise artan riskin beklentileri bozan etkisidir. Beklentilerin bozulması bir yandan endişe yaratırken bir yandan da ekonomiye dönük güveninin ciddi ölçüde aşınmasına neden olur. Güvenin sarsılması ve endişenin yoğunlaşması kaynak kullanımı üzerinde etkili olur. Aktörlerin bu duruma ilk tepkisi harcamalarını ertelemeleridir. Ertelenen harcamalar cari dönem içinde iç talebi zafiyete uğratır. Bu süreç riskin artışından başlayıp doğan güvensizlik nedeniyle harcamaların- talebin daralması ve büyümenin yavaşlamasıyla yol alır.
Görüldüğü gibi risk ve büyüme ikilisi bir yandan risk-kaynak etkileşimi bir yandan da risk- harcama (toplam talep) etkileşimi bağlamında bir araya geliyor. Kaynak ve talep üzerindeki etkileri nedeniyle yavaşlayan üretim artışı (büyüme) aynı zamanda ekonomide gelirlerin artışını da yavaşlatır. Bu büyümeyi ve gelir artışını daha da aşağıya çeken bir dinamik yaratır. Bu süreçte borçlanma artar. Borç artışı bir yandan zaten yükselen faizi üzerinde yukarı yönlü ek bir baskı yaratır bir yandan da borçların geri ödenişinde olası bir zafiyet korkusu nedeniyle endişe duygusunun daha da yoğunlaşmasına neden olur. Bu yoğunlaşma harcama- talep değişkenini baskılayarak büyümeyi daha da yavaşlatır.
Basite indirgenmiş, önemli ölçüde boyutu daraltılmış bu kısa irdelemenin dahi risk-büyüme değişkenleri arasında kayda değer bir bağlantı olduğunu kavramamıza yeteceğini düşünüyorum. Kaba istatistik veriler ve ampirik gözlemler bizim ülkemizde hem büyüme-risk arasındaki bağlantının hem de bu bağlantıyı belirleyen etkenlerin güçlü olduğuna işaret ediyor. Bizde son dönemde yoğunlaşan risk bulutunun büyümeyi baskıladığı anlamına geliyor bu. Eğer böyleyse, Türkiye ekonomisinde risk yönetimi pek çok makroekonomik düzenlemeden daha önemli hale gelmiş demektir. Bu durumda dikkatli ve özenli davranmak, risk üretmekten kaçınmak gerekir diye düşünüyorum.