Riskler artarken nasıl oluyor da hızlı kredi genişlemesi gerçekleşiyor?
2007'den bu yana ilginç günler yaşıyoruz. İçerisiyle ilgili bitmek bilmez sorunları bir tarafa bırakırsak, küresel gelişmeler sık sık yüreğimizi hoplatıyor. Petrol fiyatları bir günde sekiz dolar oynayabiliyor mesela. Bir ara varili neredeyse 150 dolara dayandı. Euro 1.6 dolara kadar çıktı. Çok geriye gitmeye gerek yok; ABD'de tahvil gelirlerini sigortalayan şirketlerin iflası gündeme geldi. Piyasalar panikledi.
Şimdilerde ise o komik isimli şirketler gündemde. Hani, ipotekli konut kredisi veren mali kurumlara likidite sağlayan devasa şirketler. O, arkalarında ABD Hazinesi'nin örtük kurtarma garantisi olduğu düşünülen kurumlar. Hani, "batmasına izin verilmeyecek kadar büyük" olan şirketler.
Farklı bir ifadeyle, tam "Bitiyor mu?" diye sorgularken, yeni bir sevimsizlik dalgası ortalığı kaplıyor. Çok fazla belirsizlik var, dolayısıyla da çok fazla risk. Dış dünyadaki bunca tedirginliğe ve içerideki siyasi gerginliğe karşın bankalarımızın kredi hacmindeki artış hızı azımsanmayacak bir düzeyde. Gelin bu olguya daha yakından bakmaya çalışalım; ne oluyor?
Kredi genişlemesi
Tablo 1'de 2005 ortasından bu yana banka kredilerinin enflasyondan arındırılmış yıllık artış hızları gösteriliyor. Tüm 2005-2006 döneminde çok yüksek bir kredi genişlemesi var. Aslında bu olgu 2003 ortasından beri gözleniyor. En düşük artış hızı ise 2007 ortasında gerçekleşmiş. Bu tarihten sonra yine belirgin bir hızlanma eğilimi var ve 2008 Haziran ayı itibarıyla kredi artış hızı yine oldukça yüksek bir düzeyde.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin mali piyasaları ile karşılaştırıldığında bizim mali piyasamız derin değil. Mali sistemimizin reel sektöre açabildiği kredi toplamının milli gelirimize oranı AB ortalamasının ancak dörtte biri dolaylarında. Bu açıdan bakınca son yıllardaki kredi genişlemesi sevindirici şüphesiz.
Üstelik şunu da biliyoruz: 2002-2006 döneminde yakaladığımız o çok hızlı büyüme hızının arkasındaki temel nedenlerin başında bu hızlı kredi genişlemesi geliyor. Hem şirketler kesimine hem de tüketicilere açılan kredi miktarı çarpıcı biçimde yükseldi. Özellikle de tüketici kredileri.
Ama küresel mali piyasalarda bu kadar risk varken, bu kadar hızlı kredi genişlemesi de dikkat çekici oluyor. Farklı banka gruplarının davranış biçimleri ayrışmaya başladı mı? Mesela kamu bankaları özel bankalara göre artık daha hızlı kredi açıyor mu? Bu soruların yanıtlarını araştırmak gerekiyor.
Farklı banka grupları
Tablo 1'de bir de iki farklı banka grubuna göre kredi genişlemesi yer alıyor: Kamu bankaları ve özel ile yabancı bankalar. Bir de aradaki aylarda ne olup bittiğini görebilmek için grafik veriyorum. Grafik 1'de 2005 ortasından bu yana yıllık kredi artış hızları var. Yine iki banka grubu yer alıyor. Ancak bu sefer veriler enflasyondan arındırılmamış durumda. Özel ve yabancı bankaların kredi toplamındaki yıllık artış yuvarlaklı çizgi ile ifade ediliyor. Düz çizgi kamu bankalarına ait.
Önce neden özel bankalar ile yabancı bankaları toplulaştırdığıma değineyim. İnceleme döneminde özel bankaların bir kısmı yabancı banka haline dönüşüyor. BDDK sitesindeki aylık raporların başında yer alan bilgiden anladığım kadarıyla bir bankanın sermaye yapısı resmen değiştiğinde BDDK o bankanın grubunu değiştiriyor. Bu durumda uzun bir dönemi kapsayacak şekilde banka gruplarına göre sağlıklı bir karşılaştırma yapmak için özel ve yabancı bankaların kredi toplamını almak gerekiyor.
Kamu bankalarının tavrı oldukça farklı görünüyor. 2006 sonlarından bu yana kamu bankalarındaki kredi genişlemesi özel ve yabancı bankaların oldukça üzerinde seyrediyor. Özellikle 2007'de özel ve yabancı banka grubundaki reel kredi genişlemesi durma noktasına gelmişken ortaya çıkan ayrışma ilginç.
Hatırlatmakta yarar var. Sağlıklı bir kredi genişlemesi, 2001 Mayıs'ında uygulanmaya başlanılan programın mali sektörde ulaşmaya çalıştığı hedeflerden birisiydi. Kriz öncesi bankaların topladıkları fonların çok büyük bir kısmı uluslararası standartlara göre çok yüksek bir düzeyde olan kamu kesiminin borçlanma ihtiyacının karşılanmasına yönlendiriliyordu.
Kriz sonrasındaki iddialı mali disiplinin bu borçlanma iştahını köreltmesi, böylelikle de bankaların asli işlerine dönmelerini, yani reel sektöre fon aktarabilir hale gelmelerini sağlaması beklenirdi. Öyle de oldu. Süreç içinde, bankaların bilançolarında, kamu kesimine aktarılan fonların önemi azaldı, şirketlere ve tüketicilere aktarılan kredilerin payı arttı.
Kaynaklara oranla
Bu gelişme Grafik 2'de gösteriliyor: Banka kredilerinin bankaların toplam fonlarına oranı Aralık 2005-Haziran 2008 dönemi için resmediliyor. Son iki buçuk yıl içinde bu oranda önemli bir artış olmuş: Yüzde 56'dan yüzde 75'e çıkmış. Yani, bankalar topladıkları fonları giderek artan oranda krediye dönüştürmüşler.
Tablo 2'de bankaların kaynaklarının önemli bir kısmını oluşturan toplam mevduatın yıllık artış hızı veriliyor. Bu hızlar tüketici enflasyonundan arındırılmış bir halde gösteriliyor. Yine ikili bir ayrım var: Kamu bankaları ayrı, özel ve yabancı bankaların toplamı ayrı ele alınıyor. Bir de toplam sektöre bakılıyor.
2007 yılında mevduat artış hızı da yavaşlıyor. Ekonominin büyüme hızı da dikkate alındığında reel olarak önemli bir artıştan söz etmek mümkün değil. Kamu bankalarının mevduat genişlemesi, 2008'e kadar sektörün geriye kalanında gözlenenin gerisinde kalmış. İçinde bulunduğumuz yıl içinde az da olsa bu eğilimde bir değişiklik var.
Kısacası, kredi artış hızı mevduat artış hızının oldukça üzerinde. Yukarıda değindiğim gibi, kriz sonrası uygulanan programın doğal bir sonucu bu. Tablo 3'te hem banka kredilerinin hem de bankaların tuttukları menkul kıymetlerin (önemli bir kısmı Hazine tahvilleri) topladıkları mevduata oranları yer alıyor. Gerçekten de kredilerin oranı artarken, menkul kıymetlerin oranı azalıyor.
Evet, bu gelişme doğal bir gelişme. Ama iki gelişme daha var. Hepsi birlikte ele alındıklarında bir soru işareti yaratıyorlar. İlki Merkez Bankası (MB) bilançosu ile ikincisi de bankaların dış kaynak kullanımı ile ilgili. Şimdi onlara bakalım.
Piyasadaki likidite
Düşünmek için bir ilginç gelişme de MB bilançosunda var: Kriz öncesinde MB bankalara likidite veriyordu. Krizden sonra gerçekleştirilen banka kurtarma operasyonu sonucunda ise bankalar likit hale gelmişlerdi ve bu sefer MB bankalardan borçlanarak bu likiditeyi piyasadan çekmeye başlamıştı. Şimdilerde durum tekrar değişti.
Birkaç rakam: 18 Nisan 2001'de MB'nin bankalara verdiği çok kısa vadeli fon miktarının bilançosuna oranı tam yüzde 40.5! Mayıs 2001'den itibaren ise durum tersine dönüyor. MB fon çekiyor. Çekilen fonların bilançoya oranı 23 Mart 2006'da en yüksek düzeye ulaşıyor: Yüzde 20. Son haftalarda ise MB tekrar piyasayı fonlamaya başladı.
Üçüncü grafik bu gelişmeleri gösteriyor. Şüphesiz bir merkez bankası bazı dönemlerde likidite çeker, bazı dönemlerde piyasaya likidite verir. Bunda garip bir şey yok. Ancak hem hızlı kredi genişlemesinin olması, hem de piyasada fon ihtiyacı boy göstermesi ilginç. Acaba bankaların fon gereksinimi tüm sektörde gözleniyor mu? Yoksa bir ayrışma var mı? Bunun hızlı kredi genişlemesi ile bir ilgisi var mı?
Şu nokta önemli: Sistematik olarak MB'den kısa dönemli borçlanan bankalar ile hızlı kredi genişlemesine giden bankalar aynı olmamalı. Bunca aldığımız dersten sonra ben böyle olduğunu sanmıyorum. Yetkililerin bu konuya dikkatle eğildiklerini düşünüyorum. Yine de not düşmekte yarar var.
Dış kaynak gelişimi
Bankaların yurtiçine açtıkları kredileri hızla artırmalarında yurtdışından giderek daha fazla kaynak bulmaları da rol oynadı. Tablo 4'te bu gelişme yıl sonları itibarıyla gösteriliyor. Yurtiçine açılan kredilerdeki artış hızının azaldığı 2007 ortasına (Temmuz ayı) ve 2008 Nisan'ına ilişkin veriler son 12 ayın toplamını ifade ediyor.
2007 ortasından bu yana dışarıdan sağlanan krediler neredeyse iki katına çıkmış. Son aylardaki hızlı kredi genişlemesinde bu unsur da rol oynamış. Ancak eski döneme göre önemli bir fark var: Uzun vadeli borçlanma azalıyor, kısa vadeli artıyor.
Şüphesiz küresel mali piyasalardaki kredi daralmasıyla ilgili bu durum. Şimdilik geçici olacağa da benzemiyor. En azından bu yıl için. Hoş bir gelişme olmadığı da yeteri kadar açık.
Sonuç
Çıkardığım sonuçlar şöyle: Birincisi, kriz sonrasında sağlanan mali disiplin bankaların bilançolarını rahatlattı ve sektör asli işlevine dönerek reel kesime açtığı kredileri giderek artırdı. Peki, neden bunca karışıklığa karşın frene basmadı bankalar?
Türkiye ekonomisi çok büyük bir ekonomi. Buna karşın kredi hacmi oldukça düşük bir düzeyde. Özellikle AB ortalaması ile karşılaştırıldığında bu gerçek hemen ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, gelecekte kredi pastası çok önemli miktarda büyüyecek. Bu pazardan pay kapma yarışı var bankalar arasında. Özellikle de tüketici kredileri h‰l‰ 'bakir' bir alan sayılabilir. Bu da ikinci sonuç.
Girişteki soruya bankalar açısından 'akılcı' bir cevap verilebiliyor. Ama 'akılcılık' ortadaki sorunları ortadan kaldırmıyor. Yakın tarih, mali piyasaların nasıl da çok sayıda 'akılcı köpük' yaratabildiğinin örnekleriyle dolu. Yanlış anlaşılmasın; bizde gözlenenin köpük falan olduğunu söylüyor değilim. Sadece bir şeye 'akılcı' bir neden bulmanın, o gözlenen 'şeyin' arkasında hiç sorun olmayacağı anlamına gelmeyeceğini belirtiyorum. Ne bu sorun?
Alınan riskler şüphesiz. Böyle bir ortamda dahi kredi genişlemesinin çok hızlı olması "Acaba gereğinden fazla risk alınıyor mu" sorusunu da gündeme getiriyor. Risk kaygısına yol açabilecek iki 'sinyalden' söz ettim: Birincisi, bankaların yurtdışından sağladıkları kredilerin vade yapısındaki nitelik değişikliği. İkincisi, yurtiçinde boy göstermeye başlayan likidite sıkışıklığı. Eskiye göre şimdi piyasadaki likidite çok daha az.
Uzun sözün özü şu: Daha dikkatli olmakta yarar var.