Riskini yönet, kriz yaşama
Geçtiğimiz Cuma günü hem futbolumuzu, hem ülke içi siyaseti, hem de dış politikayı etkileyen bir olay yaşadık. Süper Kupa Finali, diplomatik bir krize döndü. Nedeni, nasılı çok konuşuldu, ben başka bir taraf vurgu yapmak istiyorum. İş yaşamım boyunca çok sık dile getirdiğim bir söz vardır, “riskini yönetemeyen, krizini yönetmek zorunda kalır”.
İşte bu söz, adeta gerçeğimiz haline dönmüş durumda. Genellikle birbirleri ile karıştırılsa da risk yönetimi ve kriz yönetimi çok farklı iki konu. Bir tanesi olumsuz bir olay gerçekleşmeden tedbir almak demek. Diğeri olay gerçekleştikten sonra telafi etmek, zararı minimize etmek demek. Yani bir tanesi daha proaktif.
Risk yönetemedik
Cuma akşamı, olaylar yaşanır ve sosyal medyada tartışılırken benim kafamda “acaba hangi riskleri yönetemedik de bu iş krize döndü?” sorusu vardı. Atatürk tişörtü ve pankartlar özelinde başladığı ifade edilen bir sorun, nasıl önlenebilirdi?
Bu tür herhangi bir organizasyonu yapacaksanız, tüm şartları içeren bir sözleşme ya da protokolünüz olur, iki taraflı imzalarsınız. Tabi öncesinde, sözleşmeye taraf tüm kesimlerle ki bu kulüplerimiz oluyor, şartları görüşür, onlar ile de beklenti ve şartlar üzerinde mutabık kalırsınız. Yani sadece TFF ve Suudi Arabistan tarafındaki muhatap otorite değil, sözleşmeye taraf olan herkesin, çok net ve açık şekilde beklenti ve talepleri o sözleşme üzerinden müzakere edilir.
Tam mutabakat olmadan da imzalanmaz. Özetle bu sözleşme, olası tüm ciddi riskleri öngören ve taraflarca üzerinde mutabık kalınan kararları içeren bir doküman olmalıdır. Olaya bakıldığında, sanki bu noktada sorun var gibi gözüküyor. Belki tüm beklenti ve şartlar erken bir zamanda istişare edilip, konu netleşseydi, bu organizasyon Suudi Arabistan’da değil, farklı bir ülkede gerçekleştirilecekti.
Krizi yönetmek maliyetli
Bu krizden bir uzlaşma çıkar mı? Bu kriz iki ülke arası özellikle ekonomik ilişkileri ne yönde etkiler? Bu kriz ülkede iç siyasette ne tür gerginlikler ortaya çıkartır? Bunlar üzerinde düşünülmesi gereken sorular.
Ancak riskler en baştan öngörülemez ise, krizler ağır faturalar çıkartabilir. Diplomasi çözüm için devrede olacak ve muhtemelen de çözecek, ama bu kriz yönetimi! Krizleri yönetmek her zaman riskleri yönetmekten daha maliyetlidir. Riskleri öngörmek ve tedbir almak zor geldiğinden, biz hep özgüvenli şekilde en iyiyi düşünüp, kriz olursa da zaten çözeriz diye bakıyoruz. Yanlış yapıyoruz. Bu risk yönetimini, kamu yönetiminde, işletmelerde, özerk kuruluşlarda, kısaca her yerde öğrenmemiz lazım. Ülkemiz cesur ve atak insanlardan oluşuyor. Hızlı karar almayı, yola çabuk çıkmayı ve o yolda da hızlı gitmeyi seviyoruz.
Riskleri düşünmeyi, riskler üzerine tedbir almayı, hazırlıklı olmayı, planlamayı sevmiyoruz. Bu sebeple çiftçimiz her sene benzer sorunları yaşıyor. Bu sebeple en ufak krizde şirketlerimiz nakit sorunları yaşıyor. Bu sebeple tüm sanayi devrimlerini geriden yakalamaya çalışıyoruz. Oysa ülke ve kurumlar olarak hayatın her alanında uzun dönemli vizyonlar, riskleri de öngören makro stratejiler ile bakmalıyız konulara. Kısır politik tartışmaları bırakıp, stratejiyi konuşmalıyız.
Krizleri yönetmede değil, riskleri yönetmede uzmanlaşmalıyız. Atatürk’ün risk yönetiminin önemini anlatan bir sözü var. “Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür” demiş. Herhalde risk yönetimi bundan güzel ifade edilemezdi. Dikkat edin şöyle dememiş: “ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem; yola hızlı şekilde çıkar, sonunu düşünmeden atılırım, bir şekilde o iş olur, olmazsa da çaresine bakarım!”.
Kısaca “sonunu düşünmeyen kahraman olamaz” diyebiliriz.