Risk... Yönetelim mi, kaçalım mı?
Son günlerde, özellikle Arap coğrafyasında başlayan hareketler, yurtdışında ve özellikle de bu ülkelerde iş yapan şirketlerimizi ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktı.
Libya'da iş yapan Türk inşaat firmalarının, orada bulunan Türk toplumunun hızla tahliyesine çalışılması hepimizi rahatlattı. Ancak yurt dışında iş yapmak destesinin kartları, aynı bir iskambil destesindeki kartlar gibi, farklı şekilleri ve farklı değerleri taşıyor. İnsanlarımızı oradan kurtarabilmek çok önemli ve güzel bir olay, o iş bitti ve şimdi diğer gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor.
Arap coğrafyasında her yer kaynıyor ve buralar da biz Türk iş insanlarının kendimizi rahat hissederek iş yaptığımız yerler. Olaylarla ilgili net bilgiler elde edilebildiğinde ve değerlendirilebildiğinde, iş hayatımızın oralardaki kayıplarının boyutları ortaya çıkacaktır. Oralara ihracat yapmış ve henüz tahsilâtını yapamamış ihracatçılarımızın, şantiyelerini terk etmek zorunda kalan müteahhitlerimizin kayıpları belirlenecek.
Şimdi bu aşamada siyasetçilerimizin oynaması gereken satranç, belki de hayatları boyunca hiçbir zaman karşılarına gelmeyecek cinsten bir akıl ve strateji oyunu olacak. Batılı büyük ve güçlü devletlerin, uzun yıllar içerisinde geliştirmeye çalıştıkları farklı stratejilere karşılık bizim almamız gereken pozisyonu bulmak için yapılması gereken çok iş var.
Yıllar önce bir film seyretmiştim, zevkli bir politik gerilim filmi idi. Yanlış hatırlamıyorsam başrollerinden birinde Robert Redford oynuyordu, adı da "Akbabanın Üç Günü" idi. Filmde Amerikan haber alma teşkilatının örtülü bir bürosunda, dünyada yayınlanmış bütün kitap ve dergiler okunup "Açık Kaynak İstihbaratı <http://tr.wikipedia.org/wiki/A%C3%A7%C4%B1k_kaynak_istihbarat%C4%B1>" yapılmakta. Yani dünyada yayınlanmış tüm roman, dergi ve gazeteler ayrım yapılmaksızın okunmakta, taranmakta ve bunların içinde gizli anlamlar, mesajlar ve olağan dışı fikirler aranmaktadır. Elemanlardan birinin bu incelemeler sonucu yazdığı rapor bu teşkilatın gizliden planladığı, olası bir petrol krizi durumunda Ortadoğu'yu işgal etme programına sekte vurmuştur ve tüm elemanlar ortadan kaldırılmak istenmiştir.
Film 1975 yapımı bir hayal ürünü, olaylar ise 2000'li yılların gerçeği. Büyük devletler sadece bugünü yaşamıyorlar. Yaşayacakları geleceğin, değişik olasılıklara göre nasıl şekillendirilebileceğini de canlandırıyorlar. Kendi menfaatlerinin doğrultusunda gelişen bir dünyanın nasıl oluşturulabileceği konusunu tasarlayıp, değişik olasılıkların sonuçlarının nasıl kontrol edilebileceğinin senaryolarını da yazıp, sanal ortamda canlandırıp çıkması olası sonuçları değerlendiriyorlar.
Karşılaştığımız olaylar da, bu işlerde oldukça başarılı olduklarını gösteriyor.
Peki, biz ne yapıyoruz?
İyi satranç oyuncuları, çok hamle ötesini görebilen ve oyunlarını ona göre kuran kişilerdir. İçerisinde bulunduğumuz durumu değerlendirip, ona göre günü kurtaracak tedbirler almanın geleceğe hiçbir faydası yoktur.
Bugün için devletin, elindeki tüm olanakları hızla kullanarak, içerisinde bulunduğumuz durumda karşılaşılacak olan zararları saptaması gerekir. Bu zararların nasıl telafi edilebileceğini değerlendirmesi ve bu pazarlarla buralarda bağlanan işlerin kaybedilmemesi için alınması gereken tedbirler masaya konulmalıdır. Birkaç yıl önce gazetelerde, bir ABD kuruluşunda yapılan toplantıda Türkiye'nin nasıl işgal edileceği tartışılmış diye bir haber çıkmıştı. Buna hiç şaşırmamıştım. Şaşırmadığım şey Türkiye'nin işgali değil, bunun masaya yatırılıp konuşulmasıydı. Sanırım "Akbabanın Üç Günü" filmi hafızamda sağlam bir yer edinmiş olsa ki her tür senaryonun tartışılmasının ve ona göre düşünce geliştirilmesinin gerekliliği her zaman aklımdadır.
Bugün karşılaştığımız olayların ardında o gerçekler yatıyor.