Risk iştahı kabarıyor mu?
Haftaya uzun zamandır beri tüm yorumlarda dile getirdiğimiz olası jeopolitik risk artışlarında ibaresinin sözlük tanımı olarak sayılabilecek bir gelişme ile başladık.
Konunun insani ve sosyal boyutu tabii ki çok önemli ve ayrı bir yazı konusu. Ancak piyasa reaksiyonu olarak ilk planda gelen satış baskısının kısa sürede sönümlendiğini gördük.
Dünya genelinden gelen itidal çağrıları da finansal piyasalar üzerindeki etkinin kısa soluklu kalmasına katkıda bulundu. Bilindiği üzere ekim ayı sonuna doğru gelecek üçüncü çeyrek finansalları ve sonrasında gelebilecek noel baba rallisi ihtimali varlık fiyatlarındaki reaksiyonu kısmen açıklayabilir.
Diğer taraftan başta eylül ayı enflasyonu olmak üzere son dönemdeki ABD verileri ile beraber Fed cephesinden son bir faiz artırımı daha gelme ihtimalinin azalması önemli. Yani son bir artırım gelme ihtimali bir yana vadeli kontratlarda ilk indirim ne zaman gelir konusuna giderek daha fazla odaklanılması önemli.
Bu gelişme ile beraber özellikle bankacılık sistemini diken üstünde tutan tahvil faizlerinde en kötünün geride kalmış olabileceği fiyatlanıyor. Hatırlanacağı üzere çoğu piyasa için benchmark konumun da olan 10 yıllık tahvil faizinde %5 eşiği aşılabilir senaryosunun rafa kalkmış olması belirgin bir rahatlama yaratmış durumda.
Hafta genelinde sıklıkla dile getirilen diğer bir konu da yurtdışı temaslarda görüşülen fon yöneticilerinin TL varlıklar konusundaki değerlendirmeleriydi. Burada genel kanı atılan adımların takdir edildiği ve ilginin arttığı yönünde, ama henüz gidilmesi gereken yolun uzun olduğu ve çok kısa vadede ödemeler dengesi ya da TCMB rezervleri nezdinde anlamlı bir fark yaratacak kadar portföy yatırımının beklenmemesi gerektiği.
O zaman milyon dolarlık soru ile yazıyı tamamlayalım, bu iyimserlik piyasaları gelecek yılın ikinci çeyreğine kadar götürür mü? Kısa vadeli olumlu görünüm ve bakış açısı eylemle yani fon akımlarıyla desteklenmezse görünüm değişir mi? Ne derler bilirsiniz, risk yoksa getiri de yok, durumu böyle özetleyebiliriz.