Risk başlıklarını azaltmak
23 Haziran Pazar günü tekrarlanan ve nihayete eren İstanbul belediye seçimi gerek Türk demokrasisinin çalışmaya devam ettiğinin teyidi olması açısından gerekse mart ayının ikinci yarısından bu yana gündemi meşgul eden seçim başlığının ‘normal şartlar altında’ 4 yıl boyunca ortadan kalkması açısından kritik önemde bulunuyor. En sonda söyleyeceklerimizi başta belirtmenin zararı olmayacaktır; risk başlıklarında ne kadar azalış olursa o kadar öngörülebilirlik artar. Tek bir başlığın ortadan kalkması diğerleri devam ederken belki oyun değiştirici olmaz ancak devre arasından moralli dönmeye zemin hazırlar.
22 Mart haftasına dek yerel seçim fiyatlaması yerli ve yabancı yatırımcı nezdinde önemli bir risk başlığı olarak takip edilmemişti. Ancak, ne zaman ki TCMB ve rezerv konusu yüksek sesle tartışılır hale geldi, devam eden süreçte seçim fiyatlamasının diğer risk başlıkları ile birlikte fiyatlamalara girdiğini gördük. Başka bir deyişle, risk başlığı diğer potansiyel risk başlığını tetikleyerek negatif ayrışma boyutunu genişletti.
Tamamlanan İstanbul seçimi ile birlikte ülkenin son 6 ay içerisindeki seçim gündemi de ortadan kalkmış oldu. Önemli midir? Kesinlikle. Ancak, diğer başlıklarımızın da azalması ve risk fiyatlamamızı aşağı çekmemiz gerektiğini de unutmamalı. Ne gibi? Öncelikle kamu desteğinin öne çıktığı ve kamu bankalarındaki kredi artışının dikkat çektiği ilk çeyrek büyüme verisi sonrasında ikinci çeyrek ve sonrası için nasıl bir resmin oluşabileceğine dair soru işaretlerini azaltmamız gerek. Bankalar ve bilanço temizleme beklentisi ve bütçe açığındaki genişlemenin yarattığı soru işareti hali hazırda korunuyor. Politik cephede ise birden fazla başlık fiyatlamalar ve genel Türkiye algısı açısından yakından izlenmek zorunda. Doğu Akdeniz’de artan gerginlik, ABD ile devam eden S-400 ve F-35 problemleri ve muhtemel yaptırım meselesi beklentileri baskıladığı kadar kısa vadede spot işlemler üzerinde de yukarı yönlü hareketleri kısıtlıyor. Üstelik değişen dış evren koşullarına rağmen.
Devam edelim. Risk başlıklarımız ne kadar azalırsa o kadar iyi diyoruz. Böylece olumlu bakmak için nedenleriniz artmış oluyor. Bu nedenle piyasa katılımcıları da seçimi hangi adayın kazandığından ziyade seçim gündeminden bir adım öteye geçip ana mesele başlıklarının ne ölçekte odakta olacağı konusuna bakmak istiyor. Hikayenin olumlu tarafı da bu. Nitekim, Pazartesi günü işlemlerinde hisse senedinden tahvil faizlerine, spot liradan ülke risk primine dek uzanan yelpazedeki etki-tepki meselesini de böyle okumaktan zarar gelmez.
Risklerimizi belirtirken bardağın dolu tarafına da bakmalı. Ülke risk primimizi gösterir 5 yıl vadeli USD cinsinden CDS 520 baz puan düzeyinden 420 baz puanın aşağısına dek geriledi. Bu eğilimi varlık fiyatlamalarındaki son yükseliş tepkisi ile birlikte okumak birbirini teyit etmek adına doğru olacaktır. Söz konusu eğilimin bir kısmı bize dair beklentilerden, önemli bir kısmı ise değişen dış dünya kaynaklı. “Olmayacak işler oluyor” dediğimiz kavram tam da bu noktada devreye giriyor. ECB’nin sözlü yönlendirmesi kısa süre içerisinde iki kez zamanlama olarak ötelenirken, Fed’in “kaç faiz artırımı olur?” noktasından “ilk faiz indirimi ne kadar yakın ve kaç puanlık adımla başlar?” sorgulamasına geldiğimizi hatırlayalım. Yani, bizim dışımızdaki evrenin zemini tartışmalı da olsa risk iştahı açısından destekleyici olma yolunda ilerliyor. Yeter mi? Yetmez. Hikaye sunmamız, farklılaşmamız gerek. Yani, hikaye yine bizde başlayıp bitiyor.