Risk ateş gibidir…

Ömer Gencal
Ömer Gencal EkoSpektrum: Piyasa ve Duygular omer.gencal@dunya.com

 Kapıdan içeri adım attığımızda bizi, şirketin finansmanın­dan sorumlu üst düzey yöneticisi karşılıyor. Kı­sa bir sohbetin ardından konu, ekonomide yaşa­nan gelişmelere geliyor.

2017 yılında, ekonomide büyük dengesizlikler he­nüz tam anlamıyla görü­nür hale gelmemişken, detaylarda gizlenen risklerin sinyalleri orta­ya çıkmaya başlamıştı. O dönem­de her müşteri ziyaretimde sor­duğum klasik soruyu yönelttim:

“Yabancı para pozisyonunuz var mı? Varsa nasıl yönetiyorsunuz?”

Aldığım cevaplar çoğu zaman beni endişeye sürüklüyordu. Çün­kü her ziyaretten önce, şirketin bankayla olan finansal verilerini detaylıca inceliyor ve yöneticiler­le o bilgiler doğrultusunda konu­şuyordum. Ancak ne kur ne de faiz riskinin önemi konusunda farkın­dalığı olan bir yönetim anlayışıy­la karşılaşıyordum. Bu şirkette de durum farklı değildi.

Şirket, uzun vadeli döviz cinsi borçlanmış ancak gelirleri Türk lirasıydı. “Neden dövizle borçlanı­yorsunuz?” diye sorduğumda, her zaman duyduğum yanıtı aldım:

“Ucuz.”

“En son ne zaman, hangi vadede borçlandınız?” diye devam ettim.

“İki yıl önce, yedi yıllık bir kre­di aldık.”

“Hangi para birimi?”

“Dolar.”

“Avro daha ucuz, neden Avro değil?”

“Doları daha iyi biliyoruz, taki­bi daha kolay.”

Bu noktada dayanamayıp tek­rar sordum: “Tam olarak neyi ta­kip ediyorsunuz?”

“Doların günlük hareketlerini izliyoruz, nereye çıkıyor, nereye iniyor, ona bakıyoruz.”

“Peki, bu sizin için ne işe yarı­yor?”

“Ani bir hareket olursa biraz dö­viz alıyoruz, böylece riski kontrol etmeye çalışıyoruz.”

“Ne kadar döviz almanız gerek­tiğini biliyor musunuz?” diye so­runca yönetici, sorularımın daha da derinleşeceğini anlamıştı. Da­ha spesifik bir soruyla devam et­tim:

“Yedi yıllık kredinizin beş yılı kaldı. TL’nin son iki yılda yaşadığı değer kaybı göz önüne alındığın­da, bu borçlanma maliyetiniz art­mıştır. TL borçlanma ile karşılaş­tırdınız mı?”

“Evet, biraz maliyet arttı, TL borçlansaydık daha düşük olurdu.”

Bunun üzerine, “Bu borcunuzu ve bilançonuzdaki döviz cinsi yü­kümlülüklerinizi vadelerine göre kur riskinden koruyabileceğinizi ve nakit akımlarınızı sigortalaya­bileceğinizi biliyor musunuz?” di­ye sordum.

“Nasıl?”

“Örneğin, beş yıl vadeli bir swap işlemiyle bu krediyi TL borçlan­maya çevirebilirsiniz.”

Aldığım yanıt ise oldukça traji­komikti:

“Biz böyle spekülatif işlemlere girmiyoruz.”

Bunun üzerine daha fazla ısrar etmeden teşekkür edip toplantıyı bitirdim.

Risk Yönetiminin Önemi

Aradan bir yıl geçti. Ekonomi­de dengeler daha da bozuldu. Ra­hip Krizi olarak bilinen süreçte TL önemli ölçüde değer kaybetti. Bu olayların üzerinden bir ay bile geçmemişken, o gün görüştüğüm finans yöneticisinden bir telefon aldım:

“Döviz cinsi borçlar için yapıla­bilecek bir şey var mı?”

Belli ki doları iyi takip edeme­mişlerdi. “Şu an yapılabilecek çok şey var ama artık mevcut fiyatlar­la.” dedim. Karar verip bana geri döneceğini söyledi. Ancak bir da­ha haber alamadım. Sonrasında öğrendiğime göre şirket, ciddi bir sermaye artırımı yapmak zorun­da kalmış ve ortaklar bu durum­dan hiç memnun olmamıştı. Hak­lıydılar da.

Risk yönetimi, özellikle de hazi­ne ürünleri söz konusu olduğunda uzmanlık gerektiren bir konudur. Basit gibi görünen konular, de­taylara inildikçe oldukça karma­şık hale gelir. Şirketlerin finans yönetimini çok boyutlu ele alma­sı, senaryo analizleri yapması ve bu analizlere dayanarak bilanço­larını stres testlerine tabi tutma­sı gerekir.

Bu süreçlerde, şirketin finansal riskleri etkin bir şekil­de yönetebilmesi için kurumsal yapıların devreye girmesi hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, Fi­nansal Riskleri İzleme Komitesi gibi yapılar oluşturulmalı ve şir­ket içinde üst düzey yöneticiler ve yönetim kurulu üyeleri gibi kişi­ler kadar, finans piyasalarına ha­kim bağımsız uzmanlar da sürece dahil edilmelidir.

Son yıllarda, büyük ölçekli bir­çok şirketin bile bu konuda ciddi önlemler almadığını ve kriz dö­nemlerinde büyük zararlarla kar­şı karşıya kaldığını gözlemledim. Ancak geçmiş hatalarından ders çıkarıp bu konuda önlemler alma­ya başlayan az sayıda şirket gör­mek de sevindirici.

Merkez Bankası: Koruyucu baba rolünde mi?

Para politikasının gecikmeli de olsa rasyonelleşmesi ve TL kredi faizlerinin yükselmesi, şirketlerin hızla döviz cinsi borçlanmaya yö­nelmesine yol açtı. 2023 sonun­da 128 milyar dolar olan bankala­rın toplam döviz kredileri, 2025 Şubat itibarıyla 50 milyar dolar artarak 174.5 milyar dolara ulaş­tı (Grafik-1). Reel sektörün döviz yükümlülükleri ile varlıkları ara­sındaki fark ise 73 milyar dolardan 142 milyar dolara çıktı (Grafik-2)

Bu süreçte, döviz kredilerinin büyüme hızı önce aylık %2 ile sı­nırlandırıldı, ardından %1’e ve son olarak %0.5’e düşürüldü. İhracat yapmayan şirketlerin döviz kredi­si kullanması ise halen yasak.

Merkez Bankası’nın aldığı bu kararlar, enflasyona yönelik olası negatif etkileri azaltmayı amaçlı­yor. Ancak, aynı zamanda şirketle­re ‘Yeterince risk aldınız, biraz fre­ne basın’ mesajı veriyor da olabilir.

Buna rağmen, bazı Kamu ve Ka­tılım Bankaları, belirli istisnalar dolayısıyla hala döviz cinsi kredi sağlamaya devam ediyor.

Risk: Kontrol

edilmezse yıkıcı, yönetilirse güçlü bir araç

Finansal risklerin iyi yönetilme­si, şirketlerin büyümesi, sermaye birikimi yapması ve küresel reka­bet gücünü artırması açısından kritik önemdedir.

Şirketlerin finansal stratejileri belirlenirken:

-Makroekonomik ve jeopoli­tik gelişmeler dikkate alınmalı,

-Risk bütçelemesi yapılmalı,

-Finansal kararlar kurumsal bir yapı içinde alınmalı ve prose­dürlere bağlanmalıdır.

Türkiye, büyümesini büyük öl­çüde dış borçla finanse eden bir ülke. Dolayısıyla, şirketlerin ihra­cat yapıyor olması bile kur riskini yönetmede tek başına yeterli bir faktör değildir. Zira dalgalı kur re­jimlerinde TL’nin değer kaybı gibi değer kazancı da söz konusu olabi­lir. Kredilerin döviz mi TL cinsin­den mi olması gerektiğini belirli düzenlemelerle kısıtlamak yeri­ne, şirketlerin risk yönetimi yapıp yapmadıkları analiz edilerek bu konuda aksiyon alınması daha et­kili olacaktır.

Sonuç olarak, risk ateş gibidir. Doğru kullanıldığında faydalı, yanlış yönetildiğinde ise yıkıcı olabilir. Yasaklamak ve kısıt­lamak yerine, şirketlerin riskleri­ni nasıl yöneteceğini öğrenmesine olanak tanımak ve kurumsal çerçe­veler oluşturmasını teşvik etmek, uzun vadede daha sürdürülebilir bir finansal sistem yaratacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bundan sonra ne olacak? 02 Nisan 2025
 Mektup 26 Mart 2025
Babiş… 18 Şubat 2025