Risk algısı değişirken

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Ekim ayını bitirmemize ramak kaldı. Son yazıların içeriği ağırlıklı olarak başlık etrafında şekillendirmeye çalıştım. Ha değişti, ha değişiyor derken etrafımdaki kalabalığı birbirine ‘ne oluyor?’ sorusuna yanıt ararken buldum. Genelde de böyle olur; algı değişirken anlama ve süreci yakalama kısmı gecikmeli olur, tepki ise en beklenmedik anda sert bir şekilde gelir. Ne gibi? Bakınız dolar endeksi ve TL çaprazları gibi.

Kur konuşmayı, özelinde ise ‘dolar ne olur?’ sorusunu sormayı severiz. Herkesin doğuştan teknik direktör ve kur analisti olarak dünyaya gelme yetisine sahip olduğu bu topraklar için önemli başlıklardan söz ediyoruz. Konuyu kur özeline indirgediğimizde de büyük resimde olan biteni çoğunlukla kaçırıyoruz. Kurun bir önceki zirvesine yaklaştığı seviyelerde de teknik analiz yapmaya, yeni pozisyon açmaya çalışıyoruz. Sürekli dile getirdiğim fikrimi bir kez daha tekrarlamak isterim; “kur şöyle olur, şuraya gider, buradan döner diyorlar” düşüncesinin olduğu dönemler geride kaldı. Zaman değişiyor. Yakalamakta inat eden herkes gerisinde kalır.
Gelelim asıl konumuza. Risk algısı değişiyor mu?

Öncelikle dışarıda olup biten ile başlamak faydalı olacaktır. Haziran ayından başlamak üzere yaz dönemi boyunca ECB’ye dair haber akışını tersini düşünmeden fiyatlamak isteyen bir yatırımcı ortamı gözledik. Konuyu en uç noktada öylesine tartıştık ki, bir ara ECB’nin bilanço küçültme operasyonuna kadar geldiğimiz günleri hatırlıyorum. Bu da ortak para birimi eurodaki değerlenmenin önünü açarken, politik arenadaki başarısızlığın getirdiği kaygan zeminle birlikte Trump’ın güçsüz duruşu tartışma konusu oldu ve ABD dolarında zayıflama süreci öne çıktı. Nihayetinde 1.20’li seviyelere ulaşan euro/dolar paritesi ve 91 bölgesini test eden dolar endeksini konuşurken kendimizi bulduk. Böylece küresel risk iştahı ve gelişmekte olan ülke varlıklarına olan ilgi artış gösterdi.

Eylül ayının ortalarından bu yana yıl içerisinde bilinen ancak konuşulmak istenmeyen başlıkları fiyatlamak istiyoruz. Söz konusu dönem içerisinde neredeyse her hafta sonu dönüşünde farklı bir konu belirirken, doğal olarak risk algısında da erozyon yaşandı. Finansal varlıklar arasındaki farklılaşma hisse senedi, tahvil ve çapraz kur işlemleri nezdinde belirginleşirken, pozitif algıdaki en önemli iki belirleyici olan ECB ve Trump başlıklarında farklı haber akışı olmaya başladı. Euronun dirençli duruşundaki ECB’ye dair beklenti tamponu Perşembe günü yapılan toplantı ile birlikte fiyatlamalardan çıkmaya başladı. Varlık alım programının Ocak 2018’den bu yana 30 milyar euro seviyesine revize edilmesine rağmen Eylül 2018’e dek uzatılması, varlıkların yeniden yatırıma yönlendirilme sürecinin program bitişinden sonra da devam edeceğinin belirtilmesi ile birlikte yaz döneminde açılan uzun yönlü pozisyonların çözüldüğünü görüyoruz. Doğal olarak da Amerikan doları değer kazanıyor.

Öte yandan Trump’ın bütçe üzerinde sağladığı uzlaşı ve politik başarısı sayesinde vergi reformuna dair beklentiler de pozitife evriliyor. Fed başkanlığına kimin geleceğine dair beklenti-spekülasyon, ABD tahvil faizlerindeki yükseliş ile birleştiğinde gelişmekte olan ülke varlıklarına da baskı oluşuyor. Bu noktada TL cinsi varlıklar, jeopolitiğin getirdiği yükümlülükler ve kendimize has başlıklarla birleştiğinde ‘TL neden değer kaybediyor?’ sorularında da artış olmaya başlıyor.

Özetlemeye çalıştığım üzere konu sadece bizim eksenimizde şekillenmiyor. Sahip olduğumuz özel başlıklar sadece hareketin şiddetini değiştiriyor. Açık bir ekonomi olmamız nedeniyle dış koşulların gelişiminden etkilenmememiz gibi bir durum söz konusu değil. Sakin düşünmek elzem.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019