Resmin ortasında 'enflasyon' var-1

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Yurt dışı piyasa işlemlerinde bilinenin dışında farklı bir başlık söz konusu değil. Kasım 2016'dan bu yana artan risk iştahı vites düşürmekle birlikte devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelere de para girişi korunuyor. Ayrışanlar bir şekilde kenara çekiliyor. 'Ayrışma' ifadesinden portföy akışının devam etmediği sonucu çıkarılmasın; aksine devam ediyor. Ayrışma varlıklar arasında oluyor. En yakın ve bilinen örnek Türk lirası cinsinden fiyatlananların oluşturduğu grup. Hisse, tahvil, kur işlemleri kendi dinamikleri çerçevesinde işlem görüyor. Hepsinin yönü yukarıyı işaret ediyor. Ayrı ayrı yön aramasak da olur. Aslında öylesi daha doğru ya, neyse, ayrı yazı konusu.

İçeride ayrışıyoruz. Geriye dönük yazıların içeriğine göz atma imkanınız olursa bir şeylerin ters gitmeye başladığını anlatmaya çalışıyorum. Ağustos ayının bitişinden bu yana TL tarafında oluşan resim rahatsız edici. Ocak ayında Merkez Bankası'nın sıkılaştırma sürecini başlattığı seviyelerin kimisine yakınız, kimisinde ise üzerindeyiz. Baktığınız yere göre rakam değişebilir belki ama çıkarılacak sonuç hep aynı. Ayrışmanın matematiksel karşılığı şu şekilde; Ağustos ayı sonundan 6 Kasım tarihine dek geçen sürede ABD doları karşısında en fazla değer kaybı yaşayan üye yüzde 9.82 ile Türk lirası. Ortak para birimi euroya karşı da benzer durumu konuşmak mümkün; yüzde 7.49 ile ilk sırada yer alıyoruz. Gelişmekte olan ülke para birimlerinin tamamında benzer eğilim söz konusu değil. USD karşısındaki zayıflama grup genelinde daha baskın olsa da euro karşısında ayrışma dikkat çekiyor. USD çaprazında değer kaybı olsa da grup geneli yüzde 2-3 aralığında oluşmakta. Ayrışanlar belli; Türk lirası, Güney Afrika randı, Meksika pezosu. Bildiklerimiz yani.

Ayrışan bilinenlerin her birinde kendine has hikayeler var. Problemin olduğu yerde değer kaybı da oluyor. Yatırımcı kesimi bu tutumu farklı konu başlıkları ve ülkelerde hep aynı pozisyon tercihi ile sergiliyor. Likiditenin gitmek istediği yerde öngörülebilirlik kavramı öne çıkıyor.

Geçtiğimiz hafta yurtiçinde TCMB tarafından bir klasik olduğu üzere Enflasyon Raporu (ER) sunumu gerçekleştirildi. Yıl sonu orta nokta tahmini yüzde 70 olasılıkla yüzde 9.8'e çekildi. Bir önceki rapora göre 1.1 puanlık revizyondan bahsediyoruz. Dahası, gelecek yıllarda da yüzde 5 seviyesinde bulunan ana hedefe ulaşmamız şu an için kolay görünmüyor. Neden? Tek bir nedeni yok. Farklı başlıklar altında uzun uzun konuşup tartışmak gerekiyor. Ne burada bir yazı ile, ne de birkaç aylık enflasyon verisi ile halledebileceğimiz bir mesele değil. 2001-2003 arasındaki dönemde çift haneli ortalama TÜFE'den tek haneye gelişimizi hatırlar mısınız? Topyekün ve koordineli hareketten bahsediyorum. Toplumun her kesiminde enflasyonla olan mücadele isteği ve düşünce ortamının oluşması gibi. Onun için işimizin o kadar da kolay olduğunu düşünmek bana pek bir sağlıklı yaklaşım olarak gelmiyor.

TCMB'nin enflasyonla mücadelede yasa ile görevlendirilmesi bir yana tek başına kaldığını da belirtmek gerekiyor. Dünya üzerinde, özellikle de yer aldığımız bölgede ciddi ölçekte değişim sürecinden geçiyoruz. Koşullar her geçen gün daha karmaşık bir hale bürünüyor. İlişkileri okumak artık eskisi kadar kolay değil. Dahası, 2008 krizi sonrasında uygulanan para politikalarının zamanla maliye politikaları ile desteklenmesi ve artık büyümenin küresel çapta odağa alınmış olması. Her ülke büyümek istiyor. Büyümek ve daha fazla kamu harcaması gerçekleştirmek. Konjonktürün de bir zorlaması bu. Doğal olarak 15 Temmuz sonrası zor dönemde Türkiye'de de belli başlı önlemler alındı. Bu nedenle sadece 2017 enflasyonunu konuşuyorsak koşulları da tartışmanın içerisine dahil etmek gerekiyor. Yok, daha geriye gidiyorsak o zaman 2004-2016 döneminde oluşan yıllık ortalama TÜFE'nin neden yüzde 8.28 olduğuna yanıt aramak gerekiyor.

Büyümenin odakta olduğu dönemde kalitesi, para birimlerinin USD karşısındaki performanslarına bakıldığında ise emsalleri ile kıyaslandığı zor bir dönemden geçiyoruz. İçeride de dışarıda da başlıklar genelde aynı. ABD büyümesinde de ihracata, iç tüketime bakıyoruz, Polonya'da da, Türkiye'de de. Mesele ev ödevini doğru yapabilmek. 12 Ocak'tan bu yana öyle ya da böyle ciddi bir sıkı para politikası rejimi söz konusu. 2013 yılında reel faizin ortalaması yüzde 1.17'de oluşurken 2017'de yüzde 3.38'e, Ekim ayında ise yüzde 4'e gelmiş durumdayız. TL'deki değer kaybını sınırlamak ve enflasyon görünümündeki bozulmayı engellemek adına para politikasını olabildiğince sıkı tutmaya çalışıyoruz. Diğer taraftan ise aktif bir şekilde kullandığımız maliye politikası var. Gerekli miydi? Her iki politikanın da kendince doğru yanları var. Belki de esas konu politika arayışımızın devam etmesi. Planlamaların kısa vadeli olması.

Bu döngüden nasıl çıkarız? İki cümle ile anlatmak mümkün değil. Benim tek başıma anlatmak gibi bir yetenek ve durumum da yok. Ülkenin çok iyi iktisatçıları var. Cevap aranmak istendiğinde bir şekilde bulunuyor. Eylül ayında Rusya, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya ve Endonezya'dan oluşan seçilmiş gelişmekte olan ülkelerin TÜFE ortalaması yüzde 3.5 seviyesinde gerçekleşti. Haziran-Ekim döneminde sepet kur değişimi yüzde 7 artış şeklinde. Bir tur da baskının buradan geleceğini unutmayalım.

Devam edeceğim. Etmek de gerekiyor…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019