Resesyon beklentileri ve seçim ekonomisi
Türkiye ve Dünya gündemi durulmuyor. Yazacak çok konu varken, insan seçim yapmakta zorlanıyor. Son günlerde dış piyasalarda en çok ABD bankacılık krizini takip ettik.
Bir önceki yazımda da bu konuya değinmiştim. Belirli bir görüş bu olumsuz haberleri yüzeysel ve geçici bulurken, bir kısmı da daha henüz dibi görmedik düşüncesinde. FED koşulları yakın takibe aldı. Mayıs ayında bir faiz artışı daha gelme olasılığı olsa da, ABD cephesinde bu koşullarda FED’in artık faiz kararında sabitte kalacağı ve piyasayı gözleyeceği görüşümü belirtmek isterim.
Sadece faiz cephesinde değil, bankacılık tarafında da asgari koşulların bankacılık risklerini yönetmek için yeterli olmadığı ortada. Görünen o ki, küresel bankacılık düzenlemelerinde önemli bir revizyon yeniden kapıda. Küresel piyasalarda resesyon beklentisi ise, tahvil getiri eğrileri ile net şekilde gözlemlenebiliyor.
Tahvil piyasası piyasaların kısa ve orta vadeli risklerini ölçmek için oldukça önemli bir bilgiyi bizlere sunmakta. Teorik olarak inceleyelim. Tahvil; bir ihraççı için borç, yatırımcı için ise, belirli bir vade sonundaki bir alacaktır. Yatırımcı alacağını risk ve belirsizlik koşulları kaygısı ile daha kısa vadelerde tahsil etmek isterken, borçlu bu borcunu daha uzun vadeye yayma eğilimindedir
. Dolayısıyla normal şartlarda, uzun vadeli menkul kıymetlerin barındırdığı riskler daha yüksektir ve buna parallel olarak getiri oranlarının da yatırımcıyı cezbetmesi için, daha yüksek olması beklenir. Pozitif eğimli getiri eğrisi dediğimiz bu koşullar, zaman zaman tersine dönebilir. Bu şartlarda kısa vadeli tahvillerin getirisi, uzun vadeli tahvillere göre daha yüksek konumlanabilir. ABD özelinde incelendiğinde, örneğin; 3 yıl vadeli tahvillerin getirisi, 10 yıl vadeli tahvillere göre daha yüksektir.
Aslında bu koşullar zaman zaman her ekonomi için geçerli olsa da, vadelere göre aradaki makasın açılması ve sürekliliği, o ekonomide bir resesyon beklentisini kuvvetlendirmektedir. Akademik çalışmalarda elde edilen ampirik bulgular da; tahvil piyasası, getiri eğrisi ve ekonomik büyüme arasındaki kuvvetli ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Küresel piyasalarda ortaya çıkmış önceki krizleri incelediğimizde, tahvillerdeki ters getiri eğrilerinin yaklaşık 18 aya varan bir süre içerisinde piyasayı resesyona soktuğu gözlemleyebiliyoruz.
Tüm bu koşullar, yılın 2. çeyreğinde ekonomilerin ABD’den gelen verileri çok daha yakından takip edeceğinin altını çizmekte. Şüphesiz, güvenli liman kabul edilen altın ve enflasyon riskine karşı korunarak daha yüksek getiri arayışında olanlar için, kriptopara yatırımları sıralamada yukarı konumlanacaktır.
TL değer kaybetmeye devam ediyor
Bizim tarafta ise, iç siyaset oldukça hareketli. Siyasi partiler tek tek ekonomi paketlerini açıklamaya devam ediyor. Seçim ekonomisi şüphesiz genel makro düzeni bozan kritik bir süreç, zira devletin tüm imkanları seçmeni cezbetmek için kullanılıyor.
EYT, esnafa düşük faizli kredi, vergi ve prim affı, emekli maaşlarında artış müjdesi ve daha duyacağımız pek çok haber hem kulağa hem de cebe hitap eden gelişmeler. Hem iktidar tarafında hem de muhalefet tarafında açıklanan ekonomi yol haritası ve zam haberleri heyecanladırmaya devam etse de, akıllara hep şu soru geliyor: Kasada para kaldı mı? İşte orası kolay, nasılsa para basabiliyoruz!
Maalesef cebimize daha çok para girerken, daha da fakirleştiğimiz bir dönemden geçiyoruz. TL tüm çabalara rağmen değer kaybetmeye devam ediyor. Rekabetçi kur politikası zaten TL’nin değer kazanmasını istemese de bu koşullar vatandaşın fiyat hareketlerini TÜİK’in en son açıkladığı yıllık yüzde 50.51’lik enflasyondan daha yukarıda hissetmesine neden oluyor.
Yapılan son çalışmalar, Türkiye’de açlık sınırının yaklaşık 9 bin TL ve yoksulluk sınırının yaklaşık 30 bin TL olduğunu tespit etmekte. Aynı veriye bir önceki yıl benzer dönemde bakıldığında, açlık sınırı yaklaşık 4 bin TL ve yoksulluk sınırı yaklaşık 15 bin TL’ye işaret etmiş. O halde açıklanan enflasyondan daha fazlasını hissediyor olmamızın rakamsal ispatı burada da yerini alıyor.