Rekor düşük faizler ne anlama geliyor?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Geçtiğimiz 10 gün içerisinde biz tatildeyken dünya piyasalarında önemli gelişmeler yaşandı: Bernanke'nin 3. parasal genişleme beklentilerini ötelemekten başka bir netice vermeyen Jackson Hole konuşması, küresel ekonomideki yavaşlamayı teyit eden bir dizi verinin yayınlanması, ikinci piyasa tahvil faizlerinin yeniden %5.5'in üzerine çıkması ile birlikte İtalya ve euro'nun geleceği ile ilgili felaket senaryolarının yeniden tedavüle sokulması, İsviçre Merkez Bankası'nın frank'ın euro karşısında 1.20 düzeyinin üzerinde değerlenmesine hiçbir şart altında izin vermeyeceğini açıklaması ve dün Almanya Anayasa Mahkemesi'nin Euro Bölgesi ülkelerine yapılan yardımların Alman kanunlarını çiğnemediğini onaylayan kararı. Ancak, belki de bu dönemdeki en önemli gelişme Amerikan 10-yıllık Hazine tahvillerinin faiz oranının 60 yıldan beri ilk defa %2'nin altına gerilemesiydi.

Bilindiği gibi, uzun süreden beri sağ görüşlü politikacılar ve parasalcı ekonomistler para ve maliye politikalarındaki genişlemenin enflasyon beklentilerini körükleyerek uzun vadeli faizlerin artmasına ve küresel bir stagflasyona (yüksek enflasyonla birlikte ekonomik daralmaya) sebebiyet vereceğini iddia etmekteydiler. Halbuki, gelişmeler onların bu öngörülerini teyit eder nitelikte hiç olmadı. O zaman, asıl problemin ekonomik daralma değil, borçlu devletlerin iflas etme riski olduğunu iddia eden ve daha az devlet ve daha serbest piyasa taraftarı olan bu güruha "Neden 'serbest' piyasalar bu kadar düşük faize razı oluyorlar?" sorusunu sormak gerekiyor. Görünen o ki, süregelen anormal düşük faizler reel ekonomileri canlandırmıyor, yaratılan parasal likidite sadece gittikçe daha çok miktarda istifleniyor (hoarding).

Bazılarının iddia ettiğinin aksine, aslında son krizde gelişmiş ülkeler çok az aktif genişlemeci maliye politikaları uygulayabildiler. (Örneğin, ABD'nin mali canlandırma (stimulus) paketlerinin toplamı son 3 yıldaki bütçe açığı toplamının sadece %20'si kadardı.) Bütçe açıklarındaki ve buna bağlı olarak ülke borçluluklarındaki artışın temel sebebi ise ekonomik daralma ile birlikte kamu gelirlerinde önemli boyutta azalma olmasıydı. (Bu sayede ABD'nin hanehalkları ve özel sektörü net tasarrufçu konumuna gelerek borçlarını kısmen azaltma imkanına kavuştu.)

Bugün ise, ABD ve Almanya'nın rekor derecede düşük faizlerden borçlanma imkanlarına karşın, genişleyici maliye politikalarını devreye sokmaması Dünya ekonomisini de ikinci bir ekonomik daralmaya hızla sürüklemiş bulunuyor. Bu anlamsız ve de zamansız tasarruf ve mali disiplin fetişizminin başlıca savunucuları Avrupa'da Merkel ve Avrupa Merkez Bankası, ABD'de ise Temsilciler Meclisi'nde kontrolü elinde tutan Cumhuriyetçiler. Salt ulusal siyaset dinamikleri açısından bakıldığında, Cumhuriyetçilerin tutumu biraz daha anlaşılabilir: Gerekli harcama imkanlarını kısıtlayarak Kasım 2012'deki seçimlere kadar Obama'yı iyice yıpratmak. (Ancak, Cumhuriyetçiler bunun son derece miyopik bir bakış açısı olduğunu, ve aslında ABD'nin toparlanma sürecine belki de 'kalıcı' zararlar verdiğini görmek istemiyorlar.)  Merkel ve AMB'nin tutumu ise daha da anlaşılmaz. Almanya bugünkü küresel şartlar altında enflasyonun bir risk olmaktan çıktığını ve ulusal tasarruf fazlasını azaltarak çevre ülkelerin toparlanmasına yardımcı olmanın kendi uzun vadeli çıkarları açısından da en iyi strateji olacağını görmüyor, göremiyor.

Eğer tüm gelişmiş ülkeler koordineli olarak parasal genişleme ile birlikte ekonominin çarklarını döndürmeye katkı sağlayacak şekilde kamu harcamalarını da arttırsalar, korkulduğu gibi bir kamu borcu krizi çıkmayacak. Neticede, tasarruf sahipleri ellerindeki varlıkların önemli bölümünü borçluluk oranı ne kadar yüksek, veya ratingi ne kadar düşük olursa olsun gelişmiş ülkelerin Devlet kağıtlarına yatırmaya mahkum. (Evet, bazı tasarruf sahipleri bir kısım birikimlerini daha altına kaydıracaklardır. Ancak, unutmayalım ki, altın neticede hiçbir ekonomik getirisi olmayan bir varlık.) Tasarrufları farklı para bloklarına (dolar, euro, yen, frank veya sterling) kaydırmak da bir çözüm olmamakta çünkü hiçbir blok parasının değerinin artmasını istemiyor. (Son olarak dalgalı döviz kuru rejimi uyguladığını iddia eden İsviçre Merkez Bankası'nın frank'ın değer artışına sınırlama getirmesi bunun açık bir kanıtı.) 

Geçtiğimiz günlerde gittikçe hararetlenen bu küresel canlan(dır)ma tartışmasına bizden iki isim (Kemal Derviş ve Dani Rodrik) de Financial Times'da çıkan yazılarıyla katkıda bulundular. Rodrik artan yapısal problemleri nedeniyle Çin ve diğer hızlı gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerdeki ekonomik daralmayı önlemesinin mümkün olamayacağı iddiasında bulundu. Derviş ise ABD'nin süregelen düşük faiz ortamında ekonomik getirisi pozitif olacak altyapı yatırımlarını artırmasının hem özel sektör verimliliğini artırıcı bir etki yaratacağını, hem de orta vadede bütçe dinamiklerini olumlu yönde etkileyeceğini savundu. İki görüşe de katılmamak mümkün değil.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019