Rekabeti unutmayalım
Küresel krizin büyük ölçüde sona ermesi, dünyada ticaret hacmini artırırken ülkelerin birbirinin önüne geçme yarışı da hızlandı. Burada, yarış ile kastettiğimiz rekabettir. Aslında, küresel ölçekteki rekabeti devletler değil firmalar yapar. Devletler uyguladıkları iktisat politikaları, yaptıkları ikili ya da çoklu anlaşmalarla ülkelerini öne çıkarmaya çalışırlar. Bu rekabet koşullarını kurala ve kulvara bağlamak birçok ülkenin işine geldiği için de Dünya Ticaret Örgütü kuruldu.
Çin’in 2005 yılında örgüte girmesi ile rahatsızlıklar baş gösterdi. Çünkü Çin, sosyalist bir ülke olmasına rağmen, çalışanlarının sosyal haklarını olmadığı, kapitalizmin en vahşi şekilde uygulandığı bir ülke konumundadır. Çin, günümüz tanımlamaları ile devlet kapitalizmi uygulayan hatta yandaş kapitalizmi uygulayan siyasi ve ekonomik oligarkların yönettiği bir ülke konumundadır. Ülkedeki siyasal baskı çalışanların sisteme karşı ayaklanmasını engellemekte. Ancak bir engel daha vardır, o da bu sistemin Çin’i açlıktan kurtarmasıdır. Yani Çinliler aç kalmaktansa yoksulluğa şimdilik boyun eğmiştir. Dolayısı ile Çin’in özellikle ücret maliyeti kaynaklı rekabet üstünlüğü halen devam etmekte.
ABD'nin korumacı kimliği kendi kapitalizmine ters
ABD Başkanı Trump, Çin’e karşı, ülkesinin rekabet edemeyeceğini (en azından belli sektörlerde) gördüğü için korumacı bir kimliğe büründü. Aslında bu kimlik ABD kapitalizmine ters. Çünkü eğer, bir ülke korumacı olursa karşı ülke/ülkelerde korumacı olur. Nitekim, ABD’nin çelik endüstrisine yönelik aldığı önlemlere karşı Çin ve Avrupa birliği de karşı önlemler aldı.
Ortaya çıkan bu tablo, günümüzde rekabetin acımasızlığını da göstermekte. Dolayısı ile bir ülkede/ülkenizde bir malı üretmek yetmemekte. Aynı zamanda bu ürünün uluslararası ticarette satılabilme özelliği olmalıdır. Daha basit bir ifade ile otomobil üretmeniz, ülkede istihdamı arttırabilir, katma değer yaratabilir. Ancak ihraç edemiyorsanız eninde sonunda otomobil üretiminiz sona erer, ya da sadece iç piyasaya yönelik üretim yapar hale gelirsiniz.
Uzun bir giriş oldu ama bunları yazmak durumdaydım. Çünkü iki hafta sonra yapılacak olan seçim nedeniyle siyasal partilerin ekonomiye ilişkin vaatleri havada uçuşmakta. Gerçek de bu ortamda kaybolmakta.
Siyasetçiler "yerli ve milli sanayii” gibi içi boşkavramları halka anlatıyor
Sıradan yurttaşa göre (kamu spotlarının da etkisiyle) Türkiye neredeyse, ileri teknolojiye sahip silah üretici ülkeler arasında. Siyasetçilerde bu masala sürekli eklemeler yapmakta “yerli ve milli sanayii” gibi içi boş kavramları halka anlatmaktadırlar. Halbuki, biraz okusalar sıradan yurttaş da rahatlıkla görecektir, günümüzde hiçbir ülke milli ve yerli üretim yapmamakta. Çünkü, rekabetçi olmak için, post – Fordist/esnek üretim modeli ile çalışmakta. Sıradan bir kot bile neredeyse üç dört ülkenin ortak üretimidir. Kavram şu şekilde kullanılsaydı doğru olurdu.
Bir malın üretiminde en yüksek değerdeki katma değerli parçayı biz üreteceğiz. Otomobil için robot buna örnek gösterilebilir. Motor, elektronik aksamı buna örnek gösterilebilir.
Türkiye ne yazık ki bu konuda oldukça zayıf durumda. Toplam ihracatının ancak %3-3.5 kısmı yüksek teknoloji ürünü. Teknolojiyi, inovasyonu iyi eğitimli, özgür düşünen beyinler yaratır. Bu beyinler, aynı zamanda küresel dünya ile barışıktır. “Türkün Türk’ten Başka Dostu Yoktur” ya da “tüm dünya bize dış düşman” gibi savlara inanan bir işgücü ile, üniversitelerle yüksek teknolojiye erişmek mümkün değil. Rakibi ile yarışmak yerine rakibini yok etmek isteyen siyasetçilerle de yüksek teknoloji üretmeye yönelik iktisat politikaları uygulanamaz.
Dolayısı ile seçim yarışına giren siyasal partilere önerimiz, kulvara ve kurlara bağlı olarak yarışmayı düşünen firmaları teşvik etsinler. Önerdikleri iktisat politikaları da bu temel de olursa, Türkiye’nin geleceğine hizmet etmiş olurlar. Aksi takdirde iktidar olsalar da uzun dönemde bu ülkenin geleceğinde yerleri olmayacak.
Bizden söylemesi.