Rekabet dünyası

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Tüm canlıların varlıklarını devam ettirebilmek, bir başka deyişle ayakta kalabilmek için sahip olmaları gereken en önemli özelliklerden biri rekabet edebilme gücünün gelişmiş olması değil midir? Aslında, rekabet sadece canlılara özgü bir olgu da değil. Kimi zaman açıktan açığa, kimi zaman gizliden gizliye devam eden rekabet, şirketler ve devletlerarasındaki ilişkilere de çağlardan beri yön veriyor. Küreselleşmenin ekonomik ve siyasi ilişkileri alabildiğine etkilediği günümüz dünyasında, rekabetin girmediği bir alan düşünmek zor. Ekonomik kaynaklar üzerinde sahiplik kazanma arzusundan toplum içinde prestijli bir konum elde etmeye kadar varan birçok alanda rekabet var. "Fairplay" kuralları içinde, yani rakipleri bir düşman gibi görmeden gerçekleşen rekabet, insanoğlunun ve giderek içinde yaşadığı toplumun ilerlemesinin ön koşullarından biri. Şirketler karlarını ve pazar paylarını arttırmak için rekabet etmek zorunda. Bunu en iyi şekilde başaranlar ayakta kalıp büyümelerini sürdürüyor, başaramayanlar ise ya el değiştiriyor veya silinip gidiyorlar. Artık şirketlerin yalnızca fiyata dayalı rekabetle, ne üretirsem satarım dedikleri dönemler de gerilerde kaldı. Giderek farklılaşan ihtiyaçlar ve artan istekler kalite rekabetinin önemini giderek arttırıyor. Örneğin Almanya. Daralan dünya ekonomisinde bile bu ülkenin ihracatını, dolayısıyla büyümesini sürdürme başarısı neyle açıklanabilir?


***


Rekabet söz konusu olunca, Angela Merkel'i hatırlamamak olmaz. Almanya Başbakanı AB'de yaşanan krizi, ülkeler arasındaki rekabetin yeterince gelişmemişliğine bağlıyor. Merkel'in sadece fiyat rekabetini kastettiğini sanmıyorum. Zira AB'nin yıllardan beri kriz içinde olan ülkelerinin fiyat rekabeti yönünden bir sorunları olduğu pek söylenemez. Kaliteyi de içeren topyekün rekabetin iyileştirilmesini ise bugünden yarına gerçekleştirmek zor. İflasın eşiğinde olan ülkeler daha ne kadar bekleyebilirler? Yunanistan'ı ele alalım. Beş yıldan beri resesyonda olan, geçen yıl yüzde 7 küçülen, bu yıl da yüzde 5 küçülmesi beklenen, işsizliğin yüzde 25'e dayandığı, sanayi altyapısından yoksun bir ülke rekabet gücünü nasıl iyileştirebilir? Uluslararası kamuoyunda bir anlamda bu ülkenin, Parasal Birlikte kalıp kalmayacağının oylaması olarak lanse edilen seçimin sonuçları, sürpriz değil. Beklendiği gibi, 6 Mayıs'taki seçimlerde ortaya çıkan sıralamada bir değişiklik olmadı. Demek ki, Almanya ve Fransa'nın uyarıları Yunanlı seçmen üzerinde pek etkili olmamış. Oyların yaklaşık yüzde 30'unu alan ekonomik programın destekçisi Yeni Demokrasi liderliğinde kurulacak koalisyon ayakta kalabilecek mi? Öncekinde olduğu gibi bu seçimden de yine ikinci parti olarak çıkan Sol Koalisyon'un (SYRIZA) politikası ne olacak? AB tarafından ekonomik pakette yer alan koşulların yumuşatılması yeni hükümeti tatmin edecek mi? Sürekli olarak Avrupa bonosu çıkarılması ve banka mevduatlarına verilen güvencenin, Birliğin tüm üyelerini bağlayacak biçimde genişletilmesi düşüncesine şiddetle karşı çıkan Angela Merkel, bu tutumunu değiştirecek mi? Soruları arttırmak mümkün. Sorular arttıkça belirsizlik te artıyor. Artan belirsizliğin yarattığı tedirginlik İspanya'nın borçlanma faizlerindeki artışla kendini gösterdi. Haftanın başında Meksika'da yapılan G-20 toplantısında liderler, Almanya'nın sorunların çözümünde daha aktif rol almasını istediler. Zengin olmak da zor, ister istemez beklentiler artıyor. Şimdiye kadar baskılara göğüs germekte başarılı olan Almanya Başbakanı, bundan sonra bu direncini gösterebilecek mi? Almanya'nın gücünün de bir sınırı olduğunu, Alman halkının birikimlerinin çarçur edilemeyeceğini söyleyen Merkel'in durumu giderek zorlaşıyor. Bunda geçmişte almadığı kararların etkisi büyük, esasen Almanya ve
Fransa, Yunanistan'daki kriz ilk çıktığında bu ülkeyi Parasal Birlik dışına çıkarmamakla yanlış yapmışlardır. Yunanistan'ın Parasal Birlikten ayrılmasının diğer ülkeleri de peşinden sürükleyeceğinden endişe ediyorlardı. O zamandan bugüne hiç bir olumlu gelişme olmadı. Bilakis, işler daha da kötüye gidiyor. Krizin tüm AB'nin sorunu olduğunu iddia eden Radikal Sol lideri Tsipras'ın şantajlarına Almanlar daha ne kadar sessiz kalacak? Geçen hafta Almanya'nın önde gelen ekonomi gazetelerinden Wirtschaftswoche'de Roland Tichy imzasıyla çıkan yazı, Almanya'nın rahatsızlığını gözler önüne seriyor. Yazar, niçin dünya bizden kendilerini kurtarmamızı bekliyor? diye soruyor. Haksız mı?


***


Rekabetin iyileştirilmesini savunan Merkel'in aksine Fransa'nın çiçeği burnunda sosyalist Başkanı Hollande ise sorunların büyümeyle aşılabileceği görüşünde. İyi de, rekabet olmadan büyüme olur mu? Farklı söylemek gerekirse, rekabetin iyileşmesi büyümeyi engelliyor mu? Veya büyüyen ekonomiler, rekabet yönünden diğerlerine göre daha mı zayıflar? Ne biri ne diğeri. Hollande gerçekten büyümeden yanaysa, bunun yolunun rekabetin iyileştirilmesinden geçtiğini bilmek zorundadır. Başarılı biçimde rekabet etmeden ne şirketlerin ne de ekonomilerin uzun vadede büyümeleri mümkün değil. Büyüme yepyeni ürün ve hizmetlerin tüketicilerin kullanımına sunulmasına bağlı. Bunun için de eğitim ve araştırma-geliştirme alanlarındaki yatırımlara ağırlık vermek şart. Sorunun temelinde rekabet noksanlığı olduğunu ileri süren Merkel haklı.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016