Reformun miktarı değil niteliği önemli

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Başlığın ilhamı reform kavramının içeriğini en iyi bilecek bir kişiden, Başbakan Yardımcısı Şimşek’den geldi. Şimşek, geçenlerde yaptığı bir açıklamada, zorluklara ve risklere rağmen Türkiye’nin büyüme performansının yükseldiğini, bir miktar reform ile şoklara karşı direncin arttırılıp yatırımcı tereddütleri giderilerek yüzde 5’lik potansiyel büyüme temposuna ulaşılabileceğini söylemiş. Niyetin tamamen olumlu olduğu kesin, ancak üslup yatırımcı algısı ve güven ihtiyacı yönünden gerekli irade kararlılığını yansıtmıyor. Anlaşılan küresel yatırım dinamiklerini en fazla bilenlerimiz dahi,bir süre sonra bizim toplumsal genetiğimize ve reflekslerimize uyum sağlama eğiliminde oluyor. Genellikle konjonktür dengelerini sağlama saikiyle alınan her tedbirin ve geliştirilen her politikanın reform diye nitelendirildiği ülkemizde bu konuda kafa karışıklığının giderilmesi kolay değil.Reform’dan kastedilenin,ülkenin ekonomik ve kurumsal yapısı ile ilgili temel zafiyetlerin giderilmesi ve kalıcı büyüme dinamiklerinin güçlendirilmesi için stratejik tutarlılığı ve bütünselliği olan inisiyatiflerin alınması olması gerekiyor; ancak bu,zorunlu olarak,mevcut durumda yani statükoda değişiklikler,dolayısıyla katlanılması gereken maliyetler anlamına geliyor.Şimdiye kadarki deneyim, yumurta kapıya dayanmadıkça bizde bu yönde bir kollektif irade oluşturulamadığını, söylem düzeyinde sürekli teyid edildiği halde uygulamada alınan mesafenin sınırlı kaldığını gösteriyor.

Ar-Ge hedefinde zorunlu revizyon

Gerçekten de 2001 krizinden,yani dibe vurduktan sonra ortaya çıkan ve bankacılık sistemi,mali disiplin ve AB süreci eksenlerinde şekillenen reform iradesiyle 2007’ye kadar sürekli yükselen yatırım cazibesi,- rekor düzeyde doğrudan yatırım girişi sağlamışken,küresel krizin artçı şoklarıyla duraklayan sürecin son beş yıldır sürekli azalan bir trend izlemesi büyük ölçüde bu iradenin yitirildiği yolundaki algıyla ilişkili. Şimdilerde büyümeyi desteklemek için bir yandan genellikle tercih ettiğimiz yolla,yani ard arda açıklanan teşviklerle yatırım artışı sağlamaya çalışırken bir yandan da sıkıştıkça yinelediğimiz reform söylemine hız veriyoruz. Geride bıraktığımız haftalarda ekonomi ile ilgili Bakan’ların iş ve yatırım çevrelerini kapsayan kuruluşlarla yaptıkları toplantılardaki vurguları bu yönde.Ne var ki söylenenler,on yıldır bilinen ve söylenenlerden farklı değil. Bugüne kadar neden yapılamadıkları da belirsiz; ya da belliyse de açıklanmıyor. Aynı şekilde sürekli yenilenen teşviklerle ilgili olarak muhtemelen yapılmış olması gereken etki analizleri de bildiğim kadarıyla açıklanmadığı için hangi teşviğin ne ölçüde başarılı olduğunu anlayıp nedenlerini irdeleyemiyoruz. Ancak belli ki,tıpkı vergi oranları için doğru olduğu gibi, sadece teşvik araçları ile de yatırım kararları sağlanamıyor. Üstelik batılı ülkelerde sıkılaştırma geciktirildiği halde. Demek ki arka planda yatırım ortamı,kurumsal yapı ve orta vadede makroeonomik istikrar konusunda tereddütler var. Bilim,Sanayi ve Teknoloji Bakanı Özlü’nün Türkiye’deki yabancı sermayeli şirketlerle yaptığı toplantıda bölgedeki istikrarsızlığa rağmen 2016’da 12.1 milyar doğrudan yatırım girişi olmasını başarı olarak nitelemesi yanlış değil,hatta eksik. Çünkü bu sonuç, sadece bölgedeki istikrarsızlığa değil,yavaşlayan reform sürecine rağmen gerçekleşmiş durumda.Özlü aynı zamanda kamu bütçesinden yapılan Ar-ge harcamalarının bütçedeki payının son iki yıldaki artışla yüzde 1.14’e yükseldiğini, bu payın 2023’te önce yüzde 2’ye,sonra da yüzde 3’e yükselmesinin hedefl endiğini vurgulamış. Bu nokta, yıllar önce 2023 hedefi olarak konan toplam Ar-ge harcamasında milli gelirin yüzde 3’ü düzeyinin nihayet örtülü bir revizyona tabi tutulduğunu göstermesi açısından önemli. Sadece oranın daha gerçekçi bir düzeye indirilmesi açısından değil, aynı zamanda toplam harcamanın milli gelire oranı şeklinde değil,kamu harcamasının bütçeye oranı şeklinde ifade edilmesi açısından. Bu da,tıpkı yatırımlarda olduğu gibi,özel sektörün Ar-ge harcamalarındaki performansından emin olunamadığına işaret. YASED Başkanı’nın Türkiye’nin bölgesel bir yatırım ve Ar-ge merkezi olması için Ar-ge ekosisteminin iyileştirilmesi gerektiğini vurgulaması da önemli. Küresel devlerin yıllık Ar-ge yatırımlarının sadece yüzde 10’unun ülkemize çekilmesinin 20 milyar dolarlık ilave doğrudan yatırım girişini anlamına geleceğini belirtmesi de öyle. Ben de iki dönem yönetim sorumluluğu taşıdığım YASED’te 8-9 yıl önce yaptığımız bir çalışmada bu amaca varmayı sağlayacak bir Ar-ge stratejisi önerisi hazırlayıp kamu oyuna ve kamu otoritesine sunduğumuzu hatırlıyorum. Bunca zaman sonra hala ciddi bir mesafe alamamış olmamız düşündürücü.

Vergi sisteminde de revizyon gündemde

Maliye Bakanı Ağbal’ın da, sanıyorum ihracatçılarla bir toplantısı ile ilgili olarak,yaptığı açıklama dikkat çekiciydi.

Bakan, KDV’nin işletmeler üzerinde devreden ve uzun süre iade alınamayan vergi nedeniyle haksız bir finansman yükü oluşturduğunu,bu nedenle sistemik bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu,ayrıca yatırımcıları teşvik için Kurumlar Vergisi’nde yeni bir indirim üzerinde çalıştıklarını belirtmiş. Doğrusu sadece oran yönünden değil, hatta daha önemlisi küresel rekabete uyum açısından prensipler yönünden de genel bir revizyon isabetli olacak.Yatırım ortamı ve onunla ilgili ekosistemlerde köklü iyileştirmeler yapılmayınca yatırımları özendirmek için tek çarenin daha yüksek getiri sağlamak, bu bağlamda vergi indirimleri ve kolaylıkları sunmak olduğu yolundaki tespitimiz doğrulandığı gibi, AB sürecindeki soğumadan sonra yegane çıpa haline gelmiş ve kamu harcamalarındaki zorunlu artış ile aşınmaya başlamış mali disiplinin de orta vadede gevşemesi riski söz konusu. Yine de ekonomik canlılık yükünün tümüyle kamu üzerinde kalmaması açısından özel yatırımların özendirilmesi için yollar aranması doğal.

Bu arada Ar-ge ile ilgili vergi teşviklerindeki karmaşıklığın giderilmesi ve 2023 olarak belirtilen geçerlik süresinin sınırsız hale getirilmesi de ihmal edilmemeli. Aslında Gelir ve Kurumlar Vergilerinde en fazla vergi ödeyen mükellefler arasında ismini saklı tutmak isteyenlerin giderek artması da yapısal bir arıza olarak irdelense yeridir. En azından sistemde çarpıklıklar olduğunun bir başka yansıması gibi görünüyor. Uzun vadeli ve stratejik reformları ihmale devam edersek çarpıklıkların devam etmesi de kaçınılmaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019