Reformdan önce Rönesans lazım bize
Yerel seçim sonuçlarıyla ilgili farklı değerlendirmeler yapılıyor ama bir konuda, seçimin sonucunu belirleyen ana etkenin ekonominin hali olduğu konusunda adeta bir görüş birliği var. Ekonomimizde çok büyük ağırlığı olan, gelir ve eğitim düzeyi yüksek illerin çoğunda seçimi CHP adaylarının kazanmış olması da bu olgunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar çevrelerinin yanı sıra, iş dünyasında ve medyada da tekrarlanan standart ezber ise şu: Sanayimiz yüksek katma değerli alanlara yönelecek, ihracatımız bilgi yoğun sektörlerde yoğunlaşacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim gecesi kullandığı ifadeyle “ekonomide daha dayanıklı bir mimari inşa edilecek.” Eğitim sistemimiz de buna göre yeniden yapılandırılacak. Bununla da kalınmayacak, uluslararası karşılaştırmalarda küme düşen demokrasimiz ve hukuk düzenimiz yapılacak reformlarla ileri ülkelerin standartlarına uyumlu hale getirilecek.
Sıkıntı bastı bunları yazarken. Başkanlık sistemiyle tahkim edilmiş, her istediğini yapma gücüne sahip olan Erdoğan yönetiminin hep gündeminde olan ama şu ya da bu gerekçeyle yıllardır gerçekleştirilemeyen reformlar değil mi bunlar? Şimdi bir mucize olacak ve önümüzdeki dönemde başka seçim olmaması bu reformların yapılmasını sağlayacak mı gerçekten? İktidarı koruma ve pekiştirme hırsıyla ekonominin krize sürüklenmesine yol açan bir anlayışın itirafı değil mi bu aslında?
Reformu önleyen iktidar anlayışı
Dış dünyadaki, uluslararası medyadaki tepkilere bakıyorum, onlar da benzer soruları soruyorlar. Sayın Erdoğan’ın geçen yıl Londra’da finans dünyasının karşısına çıkıp kendi “orijinal” faiz teorisini savunması, piyasalarla inatlaşmanın sonucu olan kur depremini tamamen dış komplolara bağlaması, finans dünyasını düşman gibi görmesi ve son olarak da uluslararası finans kuruluşlarının elemanlarından hesap soracağını ilan etmiş olması unutulmuş değil. İktidarın yerel seçimler öncesinde tam bir seçim ekonomisi uygulayarak ekonomik istikrara değil seçim sonuçlarına öncelik verdiğini gösterdiği de ortada.
Yerel seçim sonuçlarının Erdoğan’ın otoritesini sarsabileceğini ileri süren dünya medyası onun şimdi gündeme getirdiği reform vaatlerinin inandırıcı olmadığını da belirtiyor. Örneğin dünkü Financial Times gazetesinde yer alan değerlendirmede şöyle deniyor: “Erdoğan şimdi serbest piyasa ilkelerine uygun güçlü reformlar yapacağını vadederek yatırımcıların güvenini kazanmak istiyor ama çoğu kimse onun bir kez daha ekonomiyi canlandıracak adımlara öncelik vereceğini ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak zor reformların bir kez daha ikinci planda kalacağını düşünüyor.”
Dış dünyanın ve özellikle finans çevrelerinin yaptığı değerlendirmeler çok önemli çünkü Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği darboğazdan en az zararla çıkabilmesi, ihtiyaç duyduğu dış finans kaynağını bulmasına bağlı. Bunu sağlayabilecek olan kişi ve kuruluşları düşman gibi gören bir yönetimin aradığı dış kaynağı bulması ise olanaksız.
AKP'nin yerini alacak iktidar alternatifi ortaya çıkmadı
İlk seçim zaferini 5 Kasım 2002’de kazanarak iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) aradan geçen sürede yapılan 15 seçimi de açık arayla kazanmış olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da belirttiği gibi, küçümsenecek bir olay eğil. AKP’nin ilk iktidar dönemindeki performansının, Batı dünyasında ve uluslararası finans çevrelerinde olumlu karşılanmış olduğu ve bu sayede sağlanan dış kaynak girişinin Türkiye ekonomisinin gelişmesine önemli katkı yaptığı da bir gerçek.
Türkiye’nin dramı, aradan geçen 16 yılda AKP yönetiminin adım adım farklı bir yola girerek dış dünyada kazanmış olduğu itibarı kaybetmesi ve daha da vahimi Türkiye’de AKP’nin yerini alabilecek bir iktidar alternatifinin ortaya çıkamamış olması. Şimdi AKP’nin gündeminde olan reformların gerçekleşmesi de ancak insana insan olduğu için değer veren yaklaşımı benimsemiş bir anlayışın ülkemizde kabul görmesine bağlı görünüyor. Yerel seçim sonuçlarını, bunları düşündürdüğü için bir umut ışığı olarak görebiliriz belki de.