Reform anlayışımız sorunlu

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

İki hafta öncesinde, yani yılın ilk günündeki yazımızda bardağın dolu tarafından bakmaya çalışarak yeni yıla temkinli iyimser bir giriş yapmıştım. Ama daha ikinci haftadan itibaren farkında olmadan temkin dozu artmaya başladı. Derdimin ne olduğunu düşünürken farkına vardım ki uzunca bir süredir ilk kez refah yarışında bir avantaj yakalamanın eşiğine geldiğimize, bu pozisyonu görünür gelecekte bir daha elde etmemizin güç olduğuna inandığım için yolun üzerindeki taşları, altımızdaki arabanın kusurlarını bir kez daha hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. Amatörce bir işgüzarlık da diyebilirsiniz.
 
Normal olmak başarı mı?
 
Kabul edelim ki ülkemizde zaten yapılmaması gereken yanlışlıklardan kaçınılması, çoğu zaman büyük başarı sayılıyor. Hal böyle olunca da mevcut durumda esaslı bir değişiklik anlamına gelecek vizyona da, onun tartışılmasına ve değerlendirilmesine de sıra gelmiyor.
 
Oysa en ön sıradakilerden olmasa da yükselen ülkeler arasında sayılmamızın, hatta sayısı az da olsa bazı değerlendirmelerde Avrupa'nın Çin'i diye anılmamızın arkasında bundan daha fazlasını hak eden gerçek bir potansiyel var: Fransa'dan daha büyük ve en önemlisi yarısı 30'un altında olan çok daha genç bir nüfus. Tabii ki bizden yirmi kat fazla nüfusa sahip Çin ile karşılaştırıldığında mütevazı gibi duruyor, ama Türkiye hem yakın coğrafyasında önemli bir büyüklük, hem de çok genç ve hala yüzde 1'in üzerinde bir oranla büyümeye devam ediyor. En az otuz yıl daha bu avantajını sürdürecek. Bu nüfusun karşılanması gereken ihtiyaçları da yatırımcılar için iştah açıcı bir büyüme fırsatı sağlayacak. Yapmamız gereken, elimizi çabuk tutup bu yatırımların mümkün olduğu kadar yüksek düzeyde gerçekleşmesini sağlamak.
 
Fark yaratmak şart
 
Bunun için bizim son yıllarda sağlayabildiğimiz makroekonomik istikrar ve başarılı konjonktür yönetimi yetmez, bunlar asgari şartlar ve yarıştığımız pek çok başka ülkede de var. Özlediğimiz performans için fark yaratmamız, başkalarının yapamadığı şeyleri yapmamız lazım. Bildiğimiz kadarıyla onu pek yapamıyoruz. Baksanıza toplumca en fazla sevip desteklediğimiz futbolda bile dünya çapında takımlar ve oyuncular çıkaramıyoruz. Daha karmaşık ve daha önemli alanlarda da durum doğal olarak farklı değil; ne eğitim, vergi, yargı gibi sistemik iyileştirme gereken konularda, ne de verimlilik, tasarruf ve teknoloji gibi stratejik başarı faktörlerinde kaydadeğer bir ilerleme gösteremiyoruz. Sadece asgari şartları sağladığımız için mümkün olan tüketim ve borçlanmaya dayalı ılımlı bir ortalama büyüme oranı ile yetinmemiz bundan.
 
Aslında öyle görünüyor ki reform anlayışımızda da sorun var ve yetersiz performansımızda etkili oluyor. Gerçekten de biz genellikle üst yapı düzenlemelerini yeterli görüyor, uygulamasına kafa yormuyoruz. Gelişmiş ülkelerden ithal ederek ya da esinlenerek pek çok alanda iddialı mevzuat yapmıyor değiliz; ancak uygulama sonuçları pek de umduğumuz gibi olmuyor. Sorun başka yerlerde olmalı. Ne idari kadroların ve piyasa oyuncularının algılaması ve yaklaşım, ne de farklı çıkar ve meslek gruplarıyla toplumda hakim zihniyet kodları hemen hiç değişmiyor. Bu da üst yapıdaki değişime anonim bir direnç yaratıyor. Değişim iradesi, bu direnç kadar güçlü olmadığı için de zaman içinde mevzuat revizyonlar ve eklemelerle fiilen eski haline geri dönüyor.
 
Dirence karşı değişim iradesi
 
Şimdilerde yine iyi niyetli mevzuat düzenlemeleri gündemde. Bunların Bireysel Emeklilik Sisteminin teşviki ve Sermaye Piyasası Kanunu gibi bazıları yürürlüğe girdi, Gelir Vergisi gibi diğer bazılarının da yasalaşma sürecinde olduğu ifade ediliyor. Bu ve benzer düzenlemelerden umulan sonuçların ortaya çıkması, uygulamada kamu ve özel kesimdeki statüko baskısını kırmayı göze alacak kapasitede bir değişim iradesinin varlığına bağlı. Henüz yeterince gelişmemiş statüko karşıtı dinamikleri ve toplum yararını temsil edecek bir irade.
 
Küresel konjonktürden basiretli politikalarla yararlanmış olsa da hem yapısal zaafları sürdüğü, hem de iç sosyal gerilimler ve bölgesel kaos arttığı için Türkiye'nin yönetilmesi zorlaşıyor. Bu açıdan şirketler kesimiyle, sivil toplum kapasitesiyle toplumun da şablon karşıtlıkları ve suya tirit sloganları bırakıp sorun çözme süreçlerine katkı vermesinin ve öneri geliştirmesinin zamanı gelmiş olmalıdır.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019