Referandum bu işin nihayeti değil, başlangıcı
Orta Doğu'da taşlar yerine son 100 yıl boyunca hiç oturmadı.
Osmanlı'dan doğan boşluğu dolduracak bir devlet yapısı istenmedi. Önce SSCB ile ABD arasındaki soğuk savaşın büyük satranç tahtası oldu. Sonra her devletin kendi istediği örgütü yaratabildiği, yönetebildiği, saldırtabilği bir alana dönüştü. Elle yapılmış haritalar ile oluştırulan devletçiklerin başına, beş benzemezi (ya da Libya'da olduğu gibi 19 benzemezi) demir yumrukla yönetebilecek isimler atandı.
Kral Hüseyin, Hafız Esad, Kaddafi, Saddam, Mübarek, Binali gibi...
Bu isimlerin raf ömrü, ABD'nin stratejik önceliğinin Orta Doğu'dan Asya Pasifik Bölgesi'ne, Çin'e kaymasıyla doldu. Bölgenin stratejik önemi, doğal kaynakların azalmasına paralel şekilde azalıyordu. Arap Baharı dediğimiz sürecin kökünü de bu oluşturuyordu.
Hepimiz bu kadar miyop olmuş şekilde bugüne bakarken, kafamızı kaldırıp 50 sene sonrasına bakalım mı?
Fosil yakıtların yerini hibridin ya da daha iyi bir teknolojinin aldığı, (2030'da toplam otomotivde elektriklii araç payı yüzde 30'ları aşacak) petrol rezervinin tükenme aşamasına geldiği bir Orta Doğu, kim için, ne kadar cazip olacak?
Ohoooo... 50 yıla kim öle-kim kala demeyin.
50 sene, devletlerin ömründe kısadır.
Peki bizim, devlet olarak 50 sene sonrasına ilişkin bir öngörümüz var mı?
Bugün mesele olarak gördüğümüz unsurların hangisi 50 sene sonra hala muvazzaalı kalacak?
K.Irak referandumuna bakarken, kızarken, bu oluşumun göz göre göre geldiğini, kimseden saklanmadan, gizlenmeden bu noktaya kadar taşındığını unutmamak gerekir.
Barzani, Orta Doğu siyasetinin klasik bir temsilcisidir. Bugün için ABD siyasetini ayrı, İran siyasetini ayrı, Bağdat siyasetini ayrı, Şam’ı, Tel Aviv’i ayrı yönetti Barzani. Ankara siyasetini de aynı şekilde.
Ve bunları yaparken, hepimiz de buradaydık. Herkesin gözünün önünde yaptı.
Irak Anayasası referandumu öncesinde kritik kentlerde Kürt nüfusunun artırılması. Nüfus kayıt defterlerinin, kütüklerin yok edilmesi. Arap ve Türkmen nüfuslarının azınlığa dönüştürülmesi.
Hepsi referandum hazırlığıydı. Ancak bunlar bizde de dışarda da gözardı edilmişti. Çünkü ilişkiler iyiydi.
Barzani'ye petrolünü satması için destek olduk
Saddam sonrası yapılan Irak Anayasası’nı da, sonra bir türlü çıkarılamadığı için işi Irak’ın parçalanmasına kadar getiren Petrol Yasası’nı da kendi lehine çevirdi. Irak Anayasası’na göre, Irak’ta çıkan toplam petrolün yüzde 17’sinin Erbil’e gitmesi gerekiyordu. İran kontrollü merkezi hükümet bunu ödemeyince, yine Türkiye üzerinden kendi petrolünü satma hareketine girişti. Ve biz ona destek olduk.
PYD/YPG’ye alternatif olarak Kuzey Suriye’de mücadele etmesi için giden peşmergeleri, buradan lahmacunlarla uğurladık.
Çok büyük maddi zorluklara düştüğünde, memur maaşlarını ödeyemediğinde Türkiye ona destek oldu.
Ancak, Barzani’nin hedefi, her zaman ve her daim bağımsız bir Kürt devleti kurulması idi. Sadece bazı dönemlerde bunu dile getirmedi.
Tüm bunları düşünürken, Barzani’nin 1946 yılında ilk bağımsız Kürt devleti olan (Sovyet güdümlü olarak) Mahabad Kürdistan devletinde doğduğunu unutuyoruz çoğumuz. Hatta babası Molla Mustafa Barzani’nin Sovyet üniforması giymek suretiyle bu devletin Genelkurmay Başkanlığı’nı yaptığını da. İran, SSCB, ABD, İngiltere, Ankara beşgeninde mekik dokuyarak siyaset güttüğünü de. Bu devlet, sadece 11 ay süren ömrünü tamamladığında, ABD’den iltica talebinde bulunup ret yanıtı almış, sonrasında Türkiye’ye sığınmış.
Biz tam olarak ne diyoruz?
Yani, Mesud Barzani’nin aileden gördüğü gelenektir devlerle dans ederek kendine yer açmak, fırsat bulduğunda ise bunu kendi lehine kullanmak.
Biz hep Türkiye tezine bakıyoruz haliyle.
Ama kendinizi bir de Barzani’nin yerine koymayı deneseniz?
Referandumu yaparken Barzani ;
- Petrol hattı vanasının Türkiye’de olduğunu bilmiyor muydu?
- Ekonomik yaptırımlarla Türkiye’nin kendisini zor durumda bırakabileceğini?
- Bağdat Hükümeti’nin tepki vereceğini?
- Askeri operasyon seçeneğini?
- İran’ın uzaktan bombalama yapabileceğini?
- İran destekli Haşdi Şabi’nin gerilla savaşına yönelerek kendileri üzerine geleceğini?
Bunları yapan bir siyasetçinin bu saydıklarımızı öngörmemiş olması mümkün mü?
Şimdiki yapıcı ve yumuşak konuşma tonu da, komşularla iyi geçinmeliyiz söylemi de, bu siyasetin gereği.
Onun ne yapmak istediğini biliyoruz. Referandum bu işin nihayeti değil, başlangıcı. Yapıldı, dolaba kalktı. Belki geçici uzlaşı olacak, yeri geldiğinde tekrar masaya konulacak.
Peki bu konuda biz ne yapmak istiyoruz?
Biz “Oluşuma müsade etmeyiz” derken, yerine ne koyup, ne öneriyoruz?
Üniter yapının bu şekilde korunması mümkün olmadığına göre..
Biz tam olarak ne diyoruz?