Reel sektörde son gelişmeler: Ne kadar kalıcı?

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

İç kredilerde bir miktar artış var ama bu miktarın sürekliliği hakkında şüphe uyandıracak gelişmeler de var. Birincisi; kamu bankalarının kredi genişlemesi, özel ve yabancı sermayeli bankalara kıyasla çok daha hızlı. İkincisi, geri dönmeyen kredilerin toplam kredilere oranı artıyor. Bunun önümüzdeki aylarda daha da artması kuvvetli bir ihtimal.

Küresel krizden etkilenen ekonomilerin çoğu bir dönüm noktasındalar. Ya yeniden ekonomileri büyümeye başladı, ya da ekonomilerinin küçülme hızı oldukça düşük bir düzeye indi. Bu göreli iyileşme ne var ki oldukça yavaş gerçekleşecek ve ılımlı bir düzeyde kalacak. Özellikle 2010'da çoğu gelişmiş ülkenin potansiyel büyüme hızının altında bir hızda büyüyeceği bekleniyor. İşsizlik oranlarında ise kayda değer bir iyileşme öngörülmüyor. Bu ayki yazımda önce yurtiçindeki son gelişmeleri değerlendireceğim, sonra da yurtdışına döneceğim.

İşsizlik, üretim ve sanayide kapasite kullanımı

Hafta içinde ağustos ayına ait işsizlik rakamları açıklandı. Kötüleşme var işsizlik oranlarında. Buna karşın ortada bir sürpriz yok ve açıklanan rakamlar Orta Vadeli Program öngörüleri ile de uyumlu. İşsizlik oranlarında mevsimlik oynamalar çok aşırı düzeyde. Bu nedenle, mevsimlik hareketlerinden arındırılmadıkça bir önceki ay açıklanan veriler ile bir kıyaslama yapmanın anlamı hiç yok.

Bu durumda makul bir karşılaştırma için bir yıl öncesinin aynı ayına ait verileri kullanmak gerekiyor. Bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla işsizlik oranları 2008'in ortalarından itibaren hızla artmaya başlamış ve nisan 2009'da artış miktarı zirveye ulaşmıştı. Mayıs ayından itibaren bu artışta bir azalma gerçekleşti; sevindik. Sevinmemizin nedeni artık daha az kötü durumda olmamızdı. Ne var ki ağustos ayında tekrar bir artış gözlendi işsizlik oranlarında (Tablo 1). Genel işsizlik oranımız ağustos ayında yüzde 13.4, daha önemli olan tarım dışı işsizlik oranımız ise yüzde 17 olarak gerçekleşti. Yüksek rakamlar bunlar.

İşsizlik oranlarında bir yıl öncesine göre artış

  Genel Tarım dışı

2008 Kasım 2.1 2.9

Aralık 3.1 3.8

2009 Ocak 3.9 4.8

Şubat 4.2 5.1

Mart 4.8 5.5

Nisan 5.0 5.9

Mayıs 4.4 5.5

Haziran 3.6 4.5

Temmuz 2.9 3.8

Ağustos 3.2 4.1

Kapasite kullanım oranı, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla 2008'in ağustos ayından itibaren belirgin biçimde azalmaya başlamıştı. Sonraki aylarda bu azalma hızlanmış ve Aralık 2008-Nisan 2009 döneminde bir yıl öncesine göre düşüş değerleri 15 puan dolaylarında seyretmişti. Bu kadar olmasa da ağustos 2009'dan beri kapasite kullanım oranları bir yıl öncesine kıyasla yine daha düşük düzeylerde seyrediyor. Yani, 2009 değerleri 2008'e göre, 2008 değerleri de 2007'ye göre daha düşük.

Son açıklanan ekim ayı değeri 2008'e göre kapasite kullanımının 4.9 puan daha az olduğuna işaret ediyor. Bu da ekim 2007'ye göre bile daha düşük bir rakam. İşin bu tarafı sevimsiz. Olumlu tarafından bakarsanız ise kapasite kullanım oranlarındaki azalma yılın ilk aylarındaki boyutta değil artık.

Benzer bir sevimsiz durum sanayi üretimi için de geçerli. Eylül 2009'da 2008 Eylülü'ne kıyasla yüzde 8.6 oranında daha az üretim yaptı sanayimiz. Eylül 2008 üretimi ise 2007 Eylülü'ne kıyasla yüzde 4.3 oranında daha azdı.

Sanayi üretimi ile kapasite kullanım oranı arasında yakın bir ilişki var. Bu ilişki, kapasite kullanım oranında gerçekleşen belli bir eşiğin üzerindeki oynamalar dikkate alındığında daha belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Özellikle de 2007 ve sonrasında. Grafik 1'de 2007'nin ocak ayından bu yana bu iki değişkenin hareketleri gösteriliyor. Kesik çizgili olan sanayi üretimi.

Ekim ayı kapasite kullanım oranı rakamı, ekim ayı sanayi üretimi için çok da iyi şeyler söylemiyor. Ekim ayı için de sanayi üretiminde düşüş açıklanırsa şaşırmamak gerekiyor bu durumda. Unutmamak gerekiyor ki hem işsizlik oranı, hem sanayi büyümesi, hem de kapasite kullanım oranı birer sonuç. Bunları etkileyen unsurlara bakmak gerekiyor asıl.

Yurtiçi ve yurtdışı kredi hacmi

Bu unsurların ilki yurtiçi kredi hacmi. 2008'in eylül ayından itibaren keskin bir düşüş vardı gerçek (enflasyondan arındırılmış) kredi artış hızında. Haziran ayından itibaren ise gerçek kredi miktarının kendisinde düşüş görüyorduk. Farklı bir bakış daha olumlu bir tablo çiziyor oysa. Haftalık verilere göre, 2008'in ekim ayının sonundan itibaren hızla azalan kredi miktarı en düşük değerine nisan ayı sonlarında ulaşıyor. O tarihten bu yana ise artıyor.

Toplam kredi rakamlarının ayrıntılarına da bakmak gerekiyor. Ayrıntılarda ortaya çıkan şunlar: Nisan sonundan itibaren kredilerde görülen artış hem tüketici kredileri, hem de şirket kredileri için geçerli. Ama şirket kredilerinin şu anda ulaştığı değer ekim 2008 sonundaki zirve değerine ancak yaklaşıyor. Buna karşın tüketici kredileri o tarihteki zirvenin üzerine çıkmış durumda. Kısacası asıl gelişme tüketici kredilerinden geliyor.

Kredi piyasasındaki bu gelişmenin olumlu olduğunun altını çizmemi engelleyen iki saptama yapmak mümkün. Birincisi şu: Banka grupları açısından bu gelişme yeknesak değil. Kamu bankaları, hem özel hem de yabancı sermayeli bankalara kıyasla çok daha hızlı kredi genişlemesine gitmişler. Merkez Bankası'ndan kısa vadeli borç alan banka gruplarının hangileri olduğuna da bakmak gerekiyor bu durumda. Eğer kısa vadeli borç alan bankalar kamu bankaları ise, borçluluk süreklilik gösteriyor ve de alınan borç miktarı artıyorsa oturup düşünmek gerekiyor. Çok kısa vadeli borç alıp uzun vadeli borç vermek pek sevimli ve de sağlıklı bir gelişme olmasa gerek. İkincisi, geri dönmeyen kredilerin toplam kredilere oranı artıyor. Bunun önümüzdeki aylarda daha da artması kuvvetli bir ihtimal. Gerçi bu değerler henüz alarm verici düzeyde değil ama dikkatli olmakta yarar var.

Merkez Bankası kredi veren kurumların kredi piyasasındaki olası gelişmeler hakkında ne düşündüklerini anlamak için bir anket yapıyor. Kasım ortasında bu anketin üçüncü çeyrek sonuçları açıklandı. Buna göre yakın gelecekte kredi piyasasında belirgin bir canlanma beklenmiyor. Sadece küçük ve orta ölçekli şirketlere yönelik bir kredi artışı olabileceği anlaşılıyor.

Elbette işin bir de kredi talebi boyutu var. Şu sıralarda özellikle şirketlerin kredi taleplerinin artmasını beklememizi gerektirecek bir gelişme yok. Zaten sözünü ettiğim anket sonuçları daha çok yeniden yapılandırmaya yönelik taleplerde bir artış beklentisinden söz ediyor.

Yazının başında sözünü ettiğim gelişmeleri belirleyen ikinci önemli unsur yabancıların tasarruflarından ne kadar yararlandığımız ile ilgili. Bankalarımız ve şirketlerimiz 2008'in son aylarından bu yana yurtdışına net dış borç ödeyicisi konumundalar. 2007'de net 31.5 milyar, 2008'de ise net 26.3 milyar dolar taze kaynak bulmuş bankalarımız ve şirketlerimiz. Oysa Kasım 2008-Eylül 2009 arasında tam 17.8 milyar dolar aktardılar yurtdışına.

Bu çok keskin bir U-dönüşü. Yeni yatırım yapmak için finansal güç bırakmadığı gibi, mevcut faaliyet hacmini sürdürmeye de izin vermiyor. Bu durumda olan şirketler küçülüyorlar; daha az üretim yapıp, işçi çıkarıyorlar. Yurtdışına aktardığımız kaynak tutarında son aylarda bir azalma olmadığının altını çizmek gerekiyor. En son veri eylül ayına ait. Bankaların ve şirketlerin bir ayda ödedikleri net dış borç tutarı 1.7 milyar dolar.

Kısacası dış kredi musluklarından su akmıyor. Buna karşın iç kredi musluklarından akan su miktarında bir miktar artış var. Ama bu miktarın sürekliliği hakkında şüphe uyandıracak gelişmeler de mevcut. Umarım bu şüpheler yersiz çıkar.

Dış talep ve ihracat

Büyüme ve işsizliği belirleyen üçüncü unsur ihracatımızın düzeyi. Uzun bir süredir ihracatımız şiddetli biçimde azalıyordu. Dolar cinsinden ölçüldüğünde geride bıraktığımız yılın son aylarından bu yana yüzde 30 ve üzerinde azalış vardı ihracatta bir yıl öncesinin aynı dönemlerine göre. İhraç ettiğimiz malların fiyatlarındaki oynamalardan arındırıldığında ise bu düşüşler bu kadar yüksek değildi; ama az da değildi: Yüzde 10'lar dolaylarında (gerçek) bir düşüşten söz etmek mümkündü.

İhracatımız nihayet ekim ayında artış gösterdi: Bir yıl öncesinin aynı ayına göre yüzde 4.6 oranında yükseldi. Kasım ayının ilk on altı gününe ait ihracat rakamları ise bu artış oranının yüzde 1.6 düzeyinde olduğunu gösteriyor. Günlük rakamlardan kalkıp yorum yapmanın bir anlamı yok elbette, ama en azından eski aylardaki büyük düşüşlerin olmadığını belirtiyor hem ekim hem de kasım ayı verileri. İhracatımızın bundan sonraki hareketi büyük ölçüde dış talep tarafından belirlenecek.

Dış talebin 2010'da alacağı şekil ise AB ve ABD'nin nasıl bir büyüme yolu izleyeceklerine bağlı. AB'ye ihracatımız toplam ihracatımızın yarısına yaklaşık bir düzeyde. Avrupalılar tüketmeye başlayacaklar ki onlara mal satabilelim. Üçüncü çeyreğe ilişkin büyüme rakamları açıklandı AB ülkeleri için. Buna göre bir bütün olarak AB'nin pozitif büyümeye (yüzde 0.3 kadar) geçtiği anlaşılıyor. Almanya, İtalya ve Fransa büyüyorlar. İngiltere ve İspanya'da ise küçülme sürüyor.

Bu büyüme değerleri bir önceki çeyreğe göre. Bir yıl öncesinin aynı çeyreğine göre bakarsak hâlâ AB ekonomilerinin küçüldüğünü görüyoruz. Elbette bu küçülme hızı azalıyor. Nasıl ölçülürse ölçülsün, gelecek yıl için pozitif büyüme bekleniyor. Ama öngörülen büyüme hızı oldukça sınırlı: Yüzde 0.7. Bu büyüme hızı 2002-2006 ortalamasının üçte biri kadar. 2006 ve 2007'de ise 2010 öngörüsünün dört katından fazla büyümüş AB ekonomileri.

Bir de bu ülkelerin yurtiçi taleplerinin, yani tüketim, yatırım ve kamu harcamalarının toplamının nasıl gelişeceğine bakmak gerekiyor. Bizim ihracatımız açısından bu daha önemli. 2010 öngörüsü AB'nin 'yurtiçi' talebinin yüzde 0.4 artacağı yönünde; büyüme öngörüsüne göre daha düşük bir değer. Daha önemlisi şu: Bu değer AB'nin yurtiçi talebinin potansiyel artışının oldukça altında bir değer.

Dolayısıyla, açıklanan son öngörüler, AB'nin potansiyel büyüme hızının oldukça altında büyüyeceğini ima ediyor 2010'da. ABD ekonomisinin 2010'da nasıl bir büyüme yolu izleyeceğine dair en güncel öngörü FED Başkanı Bernanke'nin 16 kasım günü yaptığı açıklamada vardı. Bernanke bir rakam vermedi ama özellikle kredi gelişmeleri ve işgücü piyasasındaki sıkıntılı durumun altını çizerek, 2010 büyümesinin potansiyelin oldukça altında kalacağını belirtti. Bu durumda biz yeni pazarlara yönelme çabalarımızı artırmazsak, ihracatımızda 2002-2007 döneminde olduğu gibi büyük artışlar beklememeliyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018