Reel ekonominin gerçeküstü riskleri

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com

Gerçek milli gelirse eğer, reel ekonomi gerçeğin üstündeki gerçek gibi büyür son dönemde. Firma, sektör ve ülke seçiciliği, uç ayrışımlar yaşar. Ayrışım öylesine güçlü, öylesine etkilidir ki, büyük buhrana taş çıkartacak cinstendir. Derindir, karmaşıktır, yaygındır… Düştüğü her ülkede, tahrip gücü yüksek bir bomba etkisi yaratır. Oysa bu bildik krizlere hiç benzemeyen 2007 Ağustos sonrası sistemik krizi, çözüme ilişkin atılan adımlarda geleneksel çizgilerden ayrılır. Uzaklaşan her adım, kapitalist ekonomilerin batağına doğru biraz daha çeker ekonomileri. Finansa karşı reel ekonomi kıran kırana bir çarpışmayı yaşar sanki. Gelişmiş ülkelerde finans sektöründen boşalan yeri doldurması beklenen reel ekonomi, gelişmekte olan ülkelerdeyse iç talebi ayakta tutacak, işsizliği önleyecek güç olarak görülür. Ancak fazlaca büyümesinden de korkulur. Çünkü bu oyunun bir ucu durgunluksa, öbür ucu enflasyondur. Ve nihayet; fon fazlasına karşın fon açıklarıyla, aşırı borçluluk düzeyiyle cari açıklar, ülkelerin risk bayraklarını dalgalandırır…

Özel sektörün hasıraltı edilemez riskleri neyi ifade ediyor?

Şirketlerin başarıları üzerinde etkisi bulunan dört kilit faktör (amil, etmen) öne çıkar. Bunlar; (1) finansal bağımlılıklar, (2) taleblere duyarlılıklar, (3) trade hassasiyetleri ve (4) denetimlilik düzeyleridir. Bunlardan hangisi, diğerlerine göre daha önemlidir derseniz; yanıt, firmadan firmaya, sektörden sektöre değişir olacaktır. Hani insanın yarası nerdeyse, canı ordadır diye bir söz vardır ya, işte öyle birşeydir bu gerçek.

Finans ve ekonominin özel sektörce temsil edilen kesimi, Temmuz 2011 itibariyle toplamda 60.1 milyar dolar borcu 1 yıla içinde ödeyecektir. Öte yandan, finans sektöründe borçluluk toplam aktif büyüklüğüne göre düşük düzeylidir. Oysa reel sektör, 2001'deki 9.1 milyar dolar borçluluk düzeyini 2002'de 7.2 milyar dolar sevisine çökerttiğinden beri dursuz duraksız büyüyor. 2002 çöküşünde kurun oturduğu yeni seviyeyi de dikkate almak gerekir. Oysa bir yıldaki %21'lik gerilemenin acısı, sonraki yıllarda misliyle çıkartılmıştır. 2002 ilk çeyreği ile 2011 ikinci çeyreği arasında geçen 9 yılda, yıllık ortalama büyüme hızı %17.32 oldu. Aynı periot içinde milli gelirimizin yıllık ortalama artışı, %7.65 olmuştu. Yani açıkça, reel ekonomi 2002-2011 döneminin dinamik ekonome temposunu, adeta tek başına sırtlamıştır.

Fütursuzca büyüyen özel sektör yatırımları

Milli gelirimizi oluşturan talep yönlü bileşenlerde özel yatırımların 2010 sonrası çeyreklik dönemlere düşen büyüme hızı; %17 ile %49 arasında değişmiş ve yıllık ortalama %34 artmıştır. Oysa dünya genelinde, sermaye masraflarının toplam aktifler içindeki payı, özel sektör firmaları için kriz öncesinde %5.9'ken %4.9'e gerilemiştir. Ancak bu hızlı büyüme temposu ciddi riskler barındırmaktadır. Kur oynaklıklarından etkilenme derecelerini artırıp karlılıklarını ise olabildiğine olumsuza döndürebilecektir. Merkez Bankası'nın düşük faiz politikasının süreceği göz önünde bulundurulduğunda, kur üzerinde yukarı yönlü baskılar kaybolmayacaktır.

Bir de, borsadaki halka arzları düşünelim: 2011 yılı için sene başında planlanan 25 şirket halka açmaktı. Şimdilerde bunların adı bile geçirilmiyor. Şirketler, halka açılmak için en gönenç dönemini kollarlar. Kendisinin, sektörün ve ekonominin olumsuzluk bulutlarından düşen yağmurlara yenik olduğu bir ortamda, halka arz dosyasını derin donduruculara atar, süresiz beklerler. Bu kez de durum aynıdır. Kamu, yabancı mülk yasasını düzenleyebilir, otoyolları özelleştirebilir, 2B arazilerini satabilir; belediye, gelir getiren hizmetlerini kiralar ve giderlerinin yükünü üstünden atabiliri; ya özel? Ona düşen pay ise, ayağını yorganına denk uzatmak olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar