Rating notları ve geleceğe bakış
Moody’s Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükselterek B1 seviyesine çıkardı. Gelinen bu seviye Türkiye için yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında bulunuyor. Ancak, kredi kuruluşları Türkiye’ye notta cimri davrandığı da bir gerçek.
Geçtiğimiz hafta, reyting kuruluşlarından Moody’s Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükselterek B1 seviyesine çekti. But not artışı bekleniyordu. Neden bu kadar geç geldiği konusu elbette üzerinde durulmaya değer. Öteden beri reyting kuruluşlarının Türkiye kredi notunu hak ettiği seviyenin daha altında tutma eğiliminde oldukları maalesef ki bir gerçek. Bunu Türkiye’nin reyting notuyla aynı seviyedeki ülkeler listesini gördüğümüzde daha net kani oluyoruz.
Yatırımların gelmesi için not önemli
Türkiye özelini bir kenara bırakırsak, reyting kuruluşlarının genel olarak kredi notunu iyileştirirken çok kolay adım atmamaları, kötüleşmede daha hızlı adım atmalarının haklı ekonomik nedeni vardır. Reyting kuruluşları bir ülkenin not değerlendirmesini yaparken birçok faktörü birlikte dikkate alır. Özellikle de geleceğe yönelik beklentiler not değerlendirmesinde önemli bir yer tutar. Beklentilerde bir kötüleşme söz konusu ise, yatırımcıları uyarma anlamında daha hızlı hareket etmeleri gerekir. Türkiye’nin kredi notuna baktığımızda işin bu derece masumane ve sadece ekonomik boyutta değerlendirildiği kanaatini rahatlıkla ifade etmenin kolay olmadığını bir kez daha belirtelim.
Moody’s son not artışıyla beraber tüm kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ilişkin notları aynı seviyeye gelmiş oldu. Gelinen bu seviye Türkiye için yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında bulunuyor. Üç kademe daha not artışı yapılsa, Türkiye hala daha yatırım yapılabilir seviyenin altında olacak.
Diğer kredi kuruluşlarının da bu yıl içerisinde en azından bir defa daha not açıklaması yapacaklarını düşünürsek Moody’s notu yine düşük kalacaktır. Kredi kuruluşlarının özellikle Türkiye’ye not vermekte ne denli cimri davrandıklarını bilsek de, global dünyada yaşadığımıza göre, maalesef ki, reel sektöre yönelik kalıcı yabancı yatırımların gelebilmesi açısından önemli olduğunu göz ardı edemeyiz.
Risk priminde iyileşme ve MB faiz kararı
Önemli olan bir diğer konuda Türkiye’nin risk primi. Türkiye’nin risk primi geçtiğimiz yıllarda 600, 700 ve zaman zaman 900 seviyelerde dolaşmışken, nihayet 260’lı seviyelere gerilemiş durumda. Bu da reel sektörün ve Türkiye’nin dış borçlanmasındaki kaynak maliyetini önemli ölçüde olumlu etkileyen bir diğer unsur.
Merkez Bankası Salı günü son faiz kararını açıkladı. Beklendiği gibi gösterge faiz oranında herhangi bir değişiklik yapılmadı. Faiz artışında sona geldiği mevcut koşullarda zaten normal bir sonuç. Bu aydan itibaren, enflasyonda baz etkisinden de kaynaklanan önemli düşüşlerin görüleceği aylar içerisindeyiz. Şimdi Merkez Bankasının ne zaman faiz indirimine başlayacağı dillendirilmeye başladı.
Bize göre, Merkez Bankası’nın faiz indirimi için acele etmesini gerektirecek bir durum yok. Merkez Bankası bu konuda sağlam bir duruş gösteriyor. Öncelikle yılsonu enflasyon hedefinin net bir şekilde yakınsanabileceğine genelin ikna olacağı bir noktaya gelinmesi gerekiyor. Bu nedenle yılsonuna kadar indirim gidilmemesi daha doğru olabilir.
Yüksek faiz ülkenin maliyet ödemesine neden olmaktadır. Ancak enflasyonla mücadelede kararlılık gösterilmesi, enflasyonun ülkedeki ekonomik moral değerleri ve beraberinde de her şeyi olumsuz etkilediği gerçeği nedeniyle bir gerekliliktir. Bu da maalesef ki, enflasyonun ortaya çıkardığı birtakım bedellerin ödenmesini gerektiriyor. Bu noktada hükümet uygulanan ekonomi politikasının arkasında olduğunu temmuz ayında asgari ücretle herhangi bir değişiklik yapmamak suretiyle net bir şekilde göstermiş oldu. Elbette hepimiz düşük gelirliler başta toplumun tümüyle gelir seviyesinin yükselmesini arzu ederiz.
Ancak, bir politika uygulanırken kısa vadede olumlu sonuç doğurabilecek gibi görülen iyileşmelerin düşük gelirli gruplara ve ekonomiye maliyetinin daha yüksek olacağı gerçeği ile toplum kesimlerinden fedakarlık beklenmesi yanlış olmayacaktır. Burada yapılan budur. Asgari ücrette bir artış yapılsaydı, bu temmuz ayından itibaren tepeden tırnağa bütün sektörlerde fiyat artışları gelmesi sonucunu doğururdu. Bu da, sabit gelirin satın alma gücünün anlık iyileşmesinin hızlı bir şekilde kaybolmasına ve enflasyonun artış trendi ile beraber durumunun daha da kötüleşmesine neden olacaktı.
Enflasyonla mücadelenin bir maliyeti bir bedeli maalesef ki oluyor. Önemli olan enflasyon kalıcı hale gelmeden, daha az bedel ödeyerek enflasyonun düşme trendine girdiğine tüm kesimlerin ikna olması ve piyasadaki fiyat artışlarının alışkanlık olmaktan çıktığı bir noktaya gelinmesidir. Bu nedenle hep ifade edildiği üzere, ekonomide önemli olan beklentilerin doğru şekilde yönetilmesidir.