Rating notları ve geleceğe bakış

Osman ARIOĞLU
Osman ARIOĞLU BENİM PENCEREMDEN [email protected]

Moody’s Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükselterek B1 seviyesine çıkardı. Gelinen bu seviye Türkiye için yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında bulunuyor. Ancak, kredi kuruluşları Türkiye’ye notta cimri davrandığı da bir gerçek.

Geçtiğimiz hafta, reyting kuruluşlarından Moody’s Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükselterek B1 seviyesine çekti. But not artışı bek­leniyordu. Neden bu kadar geç gel­diği konusu elbette üzerinde du­rulmaya değer. Öteden beri reyting kuruluşlarının Türkiye kredi no­tunu hak ettiği seviyenin daha al­tında tutma eğiliminde oldukları maalesef ki bir gerçek. Bunu Tür­kiye’nin reyting notuyla aynı sevi­yedeki ülkeler listesini gördüğü­müzde daha net kani oluyoruz.

Yatırımların gelmesi için not önemli

Türkiye özelini bir kenara bı­rakırsak, reyting kuruluşlarının genel olarak kredi notunu iyileş­tirirken çok kolay adım atmama­ları, kötüleşmede daha hızlı adım atmalarının haklı ekonomik ne­deni vardır. Reyting kuruluşları bir ülkenin not değerlendirmesi­ni yaparken birçok faktörü birlikte dikkate alır. Özellikle de geleceğe yönelik beklentiler not değerlen­dirmesinde önemli bir yer tutar. Beklentilerde bir kötüleşme söz konusu ise, yatırımcıları uyarma anlamında daha hızlı hareket et­meleri gerekir. Türkiye’nin kredi notuna baktığımızda işin bu dere­ce masumane ve sadece ekonomik boyutta değerlendirildiği kanaa­tini rahatlıkla ifade etmenin kolay olmadığını bir kez daha belirtelim.

Moody’s son not artışıyla bera­ber tüm kredi derecelendirme ku­ruluşlarının Türkiye ilişkin notla­rı aynı seviyeye gelmiş oldu. Geli­nen bu seviye Türkiye için yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında bulunuyor. Üç kademe da­ha not artışı yapılsa, Türkiye hala daha yatırım yapılabilir seviyenin altında olacak.

Diğer kredi kuru­luşlarının da bu yıl içerisinde en azından bir defa daha not açıkla­ması yapacaklarını düşünürsek Moody’s notu yine düşük kalacak­tır. Kredi kuruluşlarının özellikle Türkiye’ye not vermekte ne den­li cimri davrandıklarını bilsek de, global dünyada yaşadığımıza gö­re, maalesef ki, reel sektöre yönelik kalıcı yabancı yatırımların gelebil­mesi açısından önemli olduğunu göz ardı edemeyiz.

Risk priminde iyileşme ve MB faiz kararı

Önemli olan bir diğer konu­da Türkiye’nin risk primi. Türki­ye’nin risk primi geçtiğimiz yıl­larda 600, 700 ve zaman zaman 900 seviyelerde dolaşmışken, ni­hayet 260’lı seviyelere gerilemiş durumda. Bu da reel sektörün ve Türkiye’nin dış borçlanmasındaki kaynak maliyetini önemli ölçüde olumlu etkileyen bir diğer unsur.

Merkez Bankası Salı günü son faiz kararını açıkladı. Beklendiği gibi gösterge faiz oranında herhan­gi bir değişiklik yapılmadı. Faiz ar­tışında sona geldiği mevcut koşul­larda zaten normal bir sonuç. Bu aydan itibaren, enflasyonda baz et­kisinden de kaynaklanan önemli düşüşlerin görüleceği aylar içeri­sindeyiz. Şimdi Merkez Bankası­nın ne zaman faiz indirimine baş­layacağı dillendirilmeye başladı.

Bize göre, Merkez Bankası’nın fa­iz indirimi için acele etmesini ge­rektirecek bir durum yok. Merkez Bankası bu konuda sağlam bir du­ruş gösteriyor. Öncelikle yılsonu enflasyon hedefinin net bir şekil­de yakınsanabileceğine genelin ikna olacağı bir noktaya gelinme­si gerekiyor. Bu nedenle yılsonuna kadar indirim gidilmemesi daha doğru olabilir.

Yüksek faiz ülkenin maliyet ödemesine neden olmaktadır. Ancak enflasyonla mücadelede kararlılık gösterilmesi, enflas­yonun ülkedeki ekonomik moral değerleri ve beraberinde de her şeyi olumsuz etkilediği gerçe­ği nedeniyle bir gerekliliktir. Bu da maalesef ki, enflasyonun or­taya çıkardığı birtakım bedelle­rin ödenmesini gerektiriyor. Bu noktada hükümet uygulanan eko­nomi politikasının arkasında ol­duğunu temmuz ayında asga­ri ücretle herhangi bir değişiklik yapmamak suretiyle net bir şe­kilde göstermiş oldu. Elbette he­pimiz düşük gelirliler başta top­lumun tümüyle gelir seviyesinin yükselmesini arzu ederiz.

Ancak, bir politika uygulanırken kısa va­dede olumlu sonuç doğurabilecek gibi görülen iyileşmelerin düşük gelirli gruplara ve ekonomiye ma­liyetinin daha yüksek olacağı ger­çeği ile toplum kesimlerinden fe­dakarlık beklenmesi yanlış olma­yacaktır. Burada yapılan budur. Asgari ücrette bir artış yapılsaydı, bu temmuz ayından itibaren te­peden tırnağa bütün sektörlerde fiyat artışları gelmesi sonucunu doğururdu. Bu da, sabit gelirin sa­tın alma gücünün anlık iyileşme­sinin hızlı bir şekilde kaybolması­na ve enflasyonun artış trendi ile beraber durumunun daha da kö­tüleşmesine neden olacaktı.

 Enflasyonla mücadelenin bir maliyeti bir bedeli maalesef ki olu­yor. Önemli olan enflasyon kalıcı hale gelmeden, daha az bedel öde­yerek enflasyonun düşme trendi­ne girdiğine tüm kesimlerin ikna olması ve piyasadaki fiyat artışla­rının alışkanlık olmaktan çıktığı bir noktaya gelinmesidir. Bu ne­denle hep ifade edildiği üzere, eko­nomide önemli olan beklentilerin doğru şekilde yönetilmesidir.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar