Rant vergisinde gelinen nokta geçmişteki iki önemli olayı hatırlattı!
27 Ocak 2015 günü Ankara’da “İnşaat Sektörü Zirvesi” yapılmıştı. Türkiye Müteahhitler Birliğinin (TMB) öncülük ettiği ve sektörü temsil eden 5 ayrı sivil toplum kuruluşunun katıldığı toplantı çok önemli idi. Her şeyden önce bilebildiğimiz kadarı ile sektörün kuruluşları bu düzeyde ve yoğunlukta ilk kez bir araya gelmişti. İkincisi ve çok daha önemlisi Başbakan Ahmet Davutoğlu, adeta çıkarma yaptığı 8 Bakanı ile reel sektör karşısında görücüye çıkmış gibiydi. Öyle ki; Başbakan toplantı düzenini bile değiştirmişti. Her zaman yapılan protokol düzeninin dışına çıkmış ve salondaki seyircilere arkasını dönmek yerine, sahnede onların karşısına oturmak ve böylece göz teması sağlamak yöntemini seçmişti. 8 Bakanı ve 5 sektör temsilcisinin ortasına oturarak başından sonuna kadar toplantının moderatörlüğünü üstlenmişti.
Toplantıda en çok dikkat çeken iki konudan birisi, İmar Kanunu değişikliği ile getirilmesi öngörülen “rant vergisi” konusu oldu. İkincisi de Başbakan’ın adeta bir müjde gibi kamuoyuna sunduğu ilk kez konut alımında belli koşulların gerçekleşmesiyle ilk kez konut alımında gündeme getirilen yüzde15 oranındaki “devlet katkısı” oldu.
Özellikle rant vergisi konusu basına kapalı bölümde çok net bir şekilde ele alındı. İşin ruhunu, gerekçesini, esprisini Başbakan Davutoğlu bizzat açıklamaya çalıştı. Öte yandan işin teknik tarafını ve genel çerçevesini de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan açıkladı.
Her iki tavır ve açıklama da adeta bir “ikna turu” gibiydi. Başbakan; “rant vergisi” diye adlandırılan düzenlemenin; şeffaflık adına getirilmek istendiğini, böylece daha adil bir sistemin kurulmasının sağlanacağını ve bu arada oluşacak değer artışından da belediyelerin pay alacağını defalarca vurgulamıştı.
Toplantı sonrasında bu durumun siyaseten zor ve biraz da garip olduğunu anladım.
Zira “damdan düşen biri” olarak ben bu filmin benzerini yıllar önce görmüştüm.
Türkiye’de vergileme konusunun zaten çok sıkıntılı olduğunu ve özellikle gayrimenkul ve taşınmaz konusu olunca bu sıkıntının açmaza dönüştüğünü ve hatta bumerang silahı gibi tersine gelip yapanı vurduğunu bizzat yaşamıştım.
Birinin üzerinden yaklaşık 30 yıl ve diğerinin üzerinden de 15 yıl geçmiş ve bizzat içinde bulunduğum iki anekdotu hatırladım.
Yıl galiba 1987 başlarıydı… Dönemin Başbakanı merhum Turgut Özal ve Gelirler Genel Müdürü de yine rahmetli Altan Tufan idi. Ben de Daire Başkanı olarak görev yapıyordum. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da Genel Müdür Yardımcısı idi.
Gelir vergisi beyanlarını olumlu etkilemek ve biraz da mükellefler nezdinde korku yaratmak adına Çankaya, Kavaklıdere, Gaziosmanpaşa, Tunalı gibi Ankara’nın lüks ve pahalı semlerinde konut, işyeri ve depo gibi taşınmazlar ile ilgili “yoklama” yapılması kararlaştırılmıştı. Ankara’daki tüm vergi denetim elemanları ile yoklama memurları fiilen sahaya çıkarılmış ve tespite başlanmıştı. Tüm adreslere gidilerek o konut veya işyerinin mülk sahibi veya kiracısı olarak tespitler yapılıyordu.
Aradan sadece iki gün geçmişti… Rahmetli Başbakan o zaman doğrudan Genel Müdürümüzü aramış ve ne yaptığını sorgulamıştı. O bölgedeki konutların veya işyerlerinin çoğunun siyasetçi ve üst düzey bürokratlara ait olması nedeniyle sıkıntı yarattığını ifade ederek derhal denetimin durdurulmasını istemişti. Ne yazık ki vergi denetimi başlamadan aynen bitmişti!...
İkincisi de 1998 yılında yaşanmıştı. O zaman Gelirler Genel Müdürü idim. Maliye Bakanı Zekeriya Temizel idi. Kamuoyuna yansıyan adıyla ve şekliyle meşhur(!) “Nereden Buldun” Kanunu'nu çıkarmıştık. O kanunda yapılan gayrimenkullere ilişkin değerleme ve düzenlemelerden dolayı “Ayşe teyze”, “Hasan amca” tiplemeleriyle korkunç bir algı yönetimi yapılmıştı ve ne yazık ki o yapılanların altında kalmıştık. Hatta işin başında bize destek veren dönemin TOBB Başkanı ile çok kadim dostum Şükrü Kızılot hocanın bile nasıl karşımıza çıktığını ve konuları sabote ettiğini yaşamıştık. Sonun da o kanun da uygulama fırsatı bulamadan birinci AKP Hükümeti döneminde yürürlükten kaldırılmıştı.
Sözün özü şu: Türkiye’de emlak konusu sosyolojik bir vakıadır, siyasi bir menfaattir, ekonomik bir fırsattır, mali bir külfettir. Dolayısıyla tüm tarafların mutabakatı olmadan sonuç alınacak bir konu değildir. Anayasa değiştirmekten daha zor olduğunu ancak yaşayanlar bilir.
Bakalım Davutoğlu şimdilik ötelemek durumunda kaldığı bu düzenlemeyi seçim sonrasında yapabilecek mi?... Kanımızca işi hiç de kolay değil!...