Ramazan Gökalp Arkın...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Türk eğitimciliğine büyük katkısı olan isimleri alt alta yazdım dün akşam... Hiçbiri hayatta olmayan 4-5 isim çıkabildi... Oysa daha birkaç gün öncesine kadar, onlardan birisi aramızdaydı... Tanımaktan gurur duyduğum, müessesesinde çalıştığım, kendisiyle yayınlanan en son söyleşiyi TÜYAP Kitap Fuarı'nın 25. yılı için hazırlanan kitap için yaptığım Ramazan Gökalp Arkın'dan söz ediyorum...

1934'te Balıkesir'de 'Türk Dili" ve "Savaş" gazetlerinde, İstanbul'da "Son Posta" gazetesinde yazıları çıkmaya başlamıştı. Yine aynı tarihlerde yayınlanmış üç piyesi vardı. 97 yaşında kaybettiğimiz Ramazan Bey, tam 77 yıldır açık olan bir okuldu yayıncılığımızda.  İlk resimli ve kuşe kâğıtlı alfabe "Canlı Alfabe"yi, İtalya'da basılan neredeyse yarım asır önce ülkemizde 400 bin satış rakamına erişen ilk renkli ve kuşe kâğıtlı "Büyük Dünya Atlası"nı, unutulmaz Cumhuriyet Ansiklopedisi'ni yayınlayan bir okul...

Fazıl Hüsnü Dağlarca onun için yazdığı bir yazıda "Yaşamım boyunca tanıdığım iki kişi vardır ki, bunlar tek başına eğitim bakanlığının görevini yapmışlardır: İlki Yaşar Nabi Nayır, ikincisi Ramazan Gökalp Arkın" cümlesini kullanmıştı...

Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı'na ülkemizden katılan ilk yayınevinin sahibiydi... Aralarında "Gönül Şarkıları" ve "Turnalar"ın bulunduğu bestelenmiş 15'e yakın şiirin de yazarı...

Acılı bir çocukluk, çileli bir gençlik yaşamıştı. Bu nedenle her şeyin kıymetini bilirdi, hatta bu nedenle ona "cimri" bile dendi. Ama bu "cimri" insan, Aziz Nesin'in söylediği gibi "hayatı boyunca hep ödedi." Gün geldi ona dergi çıkarması için para verdi, gün geldi Peyami Sefa'nın "Türk Düşüncesi" dergisinin giderlerini ödedi. Yani, her türlü fikre açık ve hoşgörülüydü, birçok Türk aydınının karagün dostu oldu... Ve hiçbir zaman kimseye bunları neden yaptığını açıklamadı...

Doğru, iş ilişkilerinde eli sıkıydı, ama dostluk ilişkilerinde bonkördü. Aylığının artırılmasını isteyen bir çalışanına belki zam yapmazdı, ama aynı kişiye bu zammın kat kat üstünde bir rakamı borç olarak verir, geri de almayabilirdi.

Meslek seçerken amacı, düşündüğü tek şey öğretmenlik olmuştu. İyi bir öğretmen olmayı başarmış, ancak çok sevdiği mesleğini 10 yıl kadar sürdürebilmişti. Sonra, yine eğitim işini bu kez yayıncı olarak sürdürmüştü. Bilinçli yapılan bir yayıncığın eğitimden ayrılmayacağını biliyordu. Eğitimi değil de kazancını düşünseydi, kat kat daha varlıklı olması mümkündü, ama o iş ahlâkını ön planda tutarak çalışmayı seçmişti ve böyle çalışmasının semeresini, Türkiye vergi rekortmeni olarak almıştı.

Ansiklopediler, sözlükler, dil kitapları, atlasların da aralarında bulunduğu yüzlerce eserde onun yayınevi Arkın'ın imzası vardır.

Onu hep özleyeceğimi söyleyerek Arslan Kaynardağ'ın "Eğitim ve Yayın, Ramazan G. Arkın'la Söyleşi" kitabından bir Nâzım Hikmet anısı ile bitirmek istiyorum yazımı:

"Nâzım Hikmet afla cezaevinden çıktıktan sonra para sıkıntısı çekiyor ve iş arıyordu, bana da geldi. Çocuk edebiyatına yönelmesini önererek ilkokul müfredat programını gösterdim, açıklama yaptım.

- Bu ünitelere göre şiir yazarsanız basarım, dedim.

- Deneyeyim dedi. Bir miktar avans alarak gitti.

Bir süre sonra hazırladığı yazıları getirmeye başladı. Bunlar, ilkokul müfredat programına uygun iki şiir ve iki okuma parçasıydı. Sonra birkaç gün görünmedi. Bir gün yine geldi, aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Ramazan, evlât ben bu işi yapamıyorum. Çocuklar için yazmak meğer ne güçmüş. Tevfik Fikret bu işi ne güzel başarmış, doğrusu ona yeniden hayran oldum.

- Bakın, 'Annen' şiiri ne kadar iyi, ne kadar güzel olmuş, demek yapabiliyorsunuz.

- Yok, çok zorladım kendimi, olmuyor. O senin beğendiğin şiiri ne kadar zor yazdığımı bilemezsin...

Bana bir daha şiir getirmedi. Bir ara geldi, elinde yeni yazdığı 'Ferhat ile Şirin' oyunu vardı. 'Al bu senin olsun, bunu bas' dedi. Avanstan kalan borcunu böyle ödemek istiyordu. Okudum. O gün kendine geri verdim.

- Bu çok değerli bir eser, ben bunu kolay kolay ödeyemem, kabul edemem, gücüm yetmez, dedim.

Nâzım, Fransızca bir fizik kitabını eşi Münevver Hanım'a benim için çevirterek kalan borcunu ödedi."

Ramazan Gökalp Arkın...

Türk eğitimciliğine büyük katkısı olan isimleri alt alta yazdım dün akşam... Hiçbiri hayatta olmayan 4-5 isim çıkabildi... Oysa daha birkaç gün öncesine kadar, onlardan birisi aramızdaydı... Tanımaktan gurur duyduğum, müessesesinde çalıştığım, kendisiyle yayınlanan en son söyleşiyi TÜYAP Kitap Fuarı'nın 25. yılı için hazırlanan kitap için yaptığım Ramazan Gökalp Arkın'dan söz ediyorum...

1934'te Balıkesir'de 'Türk Dili" ve "Savaş" gazetlerinde, İstanbul'da "Son Posta" gazetesinde yazıları çıkmaya başlamıştı. Yine aynı tarihlerde yayınlanmış üç piyesi vardı. 97 yaşında kaybettiğimiz Ramazan Bey, tam 77 yıldır açık olan bir okuldu yayıncılığımızda.  İlk resimli ve kuşe kâğıtlı alfabe "Canlı Alfabe"yi, İtalya'da basılan neredeyse yarım asır önce ülkemizde 400 bin satış rakamına erişen ilk renkli ve kuşe kâğıtlı "Büyük Dünya Atlası"nı, unutulmaz Cumhuriyet Ansiklopedisi'ni yayınlayan bir okul...

Fazıl Hüsnü Dağlarca onun için yazdığı bir yazıda "Yaşamım boyunca tanıdığım iki kişi vardır ki, bunlar tek başına eğitim bakanlığının görevini yapmışlardır: İlki Yaşar Nabi Nayır, ikincisi Ramazan Gökalp Arkın" cümlesini kullanmıştı...

Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı'na ülkemizden katılan ilk yayınevinin sahibiydi... Aralarında "Gönül Şarkıları" ve "Turnalar"ın bulunduğu bestelenmiş 15'e yakın şiirin de yazarı...

Acılı bir çocukluk, çileli bir gençlik yaşamıştı. Bu nedenle her şeyin kıymetini bilirdi, hatta bu nedenle ona "cimri" bile dendi. Ama bu "cimri" insan, Aziz Nesin'in söylediği gibi "hayatı boyunca hep ödedi." Gün geldi ona dergi çıkarması için para verdi, gün geldi Peyami Sefa'nın "Türk Düşüncesi" dergisinin giderlerini ödedi. Yani, her türlü fikre açık ve hoşgörülüydü, birçok Türk aydınının karagün dostu oldu... Ve hiçbir zaman kimseye bunları neden yaptığını açıklamadı...

Doğru, iş ilişkilerinde eli sıkıydı, ama dostluk ilişkilerinde bonkördü. Aylığının artırılmasını isteyen bir çalışanına belki zam yapmazdı, ama aynı kişiye bu zammın kat kat üstünde bir rakamı borç olarak verir, geri de almayabilirdi.

Meslek seçerken amacı, düşündüğü tek şey öğretmenlik olmuştu. İyi bir öğretmen olmayı başarmış, ancak çok sevdiği mesleğini 10 yıl kadar sürdürebilmişti. Sonra, yine eğitim işini bu kez yayıncı olarak sürdürmüştü. Bilinçli yapılan bir yayıncığın eğitimden ayrılmayacağını biliyordu. Eğitimi değil de kazancını düşünseydi, kat kat daha varlıklı olması mümkündü, ama o iş ahlâkını ön planda tutarak çalışmayı seçmişti ve böyle çalışmasının semeresini, Türkiye vergi rekortmeni olarak almıştı.

Ansiklopediler, sözlükler, dil kitapları, atlasların da aralarında bulunduğu yüzlerce eserde onun yayınevi Arkın'ın imzası vardır.

Onu hep özleyeceğimi söyleyerek Arslan Kaynardağ'ın "Eğitim ve Yayın, Ramazan G. Arkın'la Söyleşi" kitabından bir Nâzım Hikmet anısı ile bitirmek istiyorum yazımı:

"Nâzım Hikmet afla cezaevinden çıktıktan sonra para sıkıntısı çekiyor ve iş arıyordu, bana da geldi. Çocuk edebiyatına yönelmesini önererek ilkokul müfredat programını gösterdim, açıklama yaptım.

- Bu ünitelere göre şiir yazarsanız basarım, dedim.

- Deneyeyim dedi. Bir miktar avans alarak gitti.

Bir süre sonra hazırladığı yazıları getirmeye başladı. Bunlar, ilkokul müfredat programına uygun iki şiir ve iki okuma parçasıydı. Sonra birkaç gün görünmedi. Bir gün yine geldi, aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Ramazan, evlât ben bu işi yapamıyorum. Çocuklar için yazmak meğer ne güçmüş. Tevfik Fikret bu işi ne güzel başarmış, doğrusu ona yeniden hayran oldum.

- Bakın, 'Annen' şiiri ne kadar iyi, ne kadar güzel olmuş, demek yapabiliyorsunuz.

- Yok, çok zorladım kendimi, olmuyor. O senin beğendiğin şiiri ne kadar zor yazdığımı bilemezsin...

Bana bir daha şiir getirmedi. Bir ara geldi, elinde yeni yazdığı 'Ferhat ile Şirin' oyunu vardı. 'Al bu senin olsun, bunu bas' dedi. Avanstan kalan borcunu böyle ödemek istiyordu. Okudum. O gün kendine geri verdim.

- Bu çok değerli bir eser, ben bunu kolay kolay ödeyemem, kabul edemem, gücüm yetmez, dedim.

Nâzım, Fransızca bir fizik kitabını eşi Münevver Hanım'a benim için çevirterek kalan borcunu ödedi."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar