Ramazan davulcusu, trafik canavarı ve sanayi devrimi

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Bu üç kavram nasıl oluyor da yan yana geliyor, ne ilgileri var, diye düşünülebilir. İlk bakışta doğrudur bu yaklaşım. Ama eğer gerçek anlamda demokrasiden, insan haklarından söz ediyorsak Ramazan davulcuları ve trafik canavarları pekala aynı potada eritilebilir. Çünkü ikisinin de ortak yönü, başkalarının hakkına saygı duymuyor olmalarıdır. 

Bir kere şu gerçeğin altını çizelim de kimse başka yöne çekmeye çalışmasın. Ramazan'da sahur öncesinde davul çalınmasının hiçbir dini temeli yoktur. Geçtik cep telefonlarını, çalar saatin bile bulunmadığı dönemlerde Ramazan davulu çalınması çok işlevseldi kuşkusuz. Ama artık günümüzde bunun bir önemi kaldı denilebilir mi... Davul nostaljik bir Ramazan adetiymiş. Geçiniz! Eskiden iftar saatini duyurmak için top atılırdı. Şimdi yapılıyor mu bu. Hiç olmazsa top atıldığında insanlar uykusundan zıplayarak uyanmıyordu. Oysa davulda durum öyle mi! 

Siyasetçiler, oy kaybedecekleri kaygısıyla ya da oy elde edebilecekleri umuduyla Ramazan davulcusuna göz yummayı tercih etmektedirler. Sanki vatandaş çok istiyormuş gibi davranarak... Tüm Türkiye'de geçerlidir bu durum. Belki bir-iki istisna vardır. Kaldı ki vatandaşın her istediğini yapmak gerekirmiş gibi. Ama vatandaşın haklı olarak istediği bazı şeyler de yapılmaz. Örneğin vatandaş kullanmadığı elektriğin parasını da ödemek istemez, ki bunda sonsuz haklıdır, ne diye kayıp-kaçak bedeli yasal mevzuata uyduruldu o zaman. 

Uzaylı trafik canavarları!

Doğu'da şehit olan güvenlik güçlerinin sayısı bir-iki olduğunda gazetelerde iç sayfalarda nasıl tek sütunda küçücük bir haber olabiliyorsa, trafikteki can kayıplarımız konusunda da durumumuz aynı. Daha önceki gün güle oynaya gittikleri geziden dönen çoğu çocuk 14 kişiyi kaybettik. Eğer bir trafik cinayetinde (trafik kazası değil) yani tek seferde çok kayıp vermişsek bunu önemseme, bir-iki kişilik kayıplarda hiç dikkate almama eğilimindeyiz.  

Yalnızca trafik cinayeti işlenen yerlerde ortalama 10 kişi hayatını kaybediyor. Bizde trafik istatistiklerinde hastaneye kaldırılırken ya da hastanelerde hayatını kaybedenler dikkate alınmıyor. Bu şekilde ortaya çıkan kayıplarla birlikte günlük ölüm yaklaşık 30'u, yıllık ölüm de 10 bini buluyor. Dile kolay, yılda orta büyüklükte bir kasabayı trafiğe kurban veriyoruz. 

Bir ay sonra Ramazan Bayramı var. Belli ki bayram tatili hafta sonları da katılarak dokuz güne çıkarılacak. Bayram tatili boyunca daha da kalabalıklaşacak yollar ve adeta kendinden geçercesine araç kullanacak sürücüler yüzünden tahminen 300-400 kişi yaşamını yitirecek. Ne yazık ki bunu şimdiden söylemek mümkün.  

Çuvaldızı medya olarak kendimize batıralım. Öncelikle trafik cinayetlerine kaza demekten vazgeçerek başlamak gerekiyor. Bu kavramı beynimize kazımak da bir adımdır. İkincisi, her trafik cinayeti haberinde kullanılan sözüm ona trafik canavarı var. İnsan olmayan bir yaratık, bir canavar! Trafik cinayetlerini işleyen bizleriz, "Ben, sen, biz"... Sanki başka biri var ve onun başının altından çıkıyor tüm bunlar.

Hani topu başkasına atmak var ya, tam öyle: "Trafik canavarı yine işbaşında..." Ne olmuş; sürücü direksiyon başında uyumuş, telefonla konuşuyormuş, öndeki aracı yakın takip ediyormuş, hatalı sollamış, "kaza" olmuş. Bu kaza değil ki, aptallık ya da cinayet. Hangisini kabul edersek artık. Birini öldürüp "Aptallık ettim, öldürdüm" demek kurtarmıyor, sonuç önemli ve sonuç da cinayet.

Trafikte kaza diye geçiştirmeye çalıştığımız davranışların özünde de aynı Ramazan davulcularının yaptığı gibi başkasının hakkına saygısızlık yatıyor. Kamyonun freni patlamış, lastikler kabakmış falan filan... Sonuçta bu da özensizlik ve insanın kendine ve başkalarına saygısızlığının bir sonucu. Niye uçaklar, karayolu taşıtları kadar sorun çıkarmıyor, kıyaslanmayacak ölçüde denetim var da ondan, değil mi...

Yaşam kalitesi mi, ekonomik kalite mi?

Yaşam kalitesi denildiğinde bundan herhalde dünyanın en akıllı telefonunu kullanmayı, en lüks arabalarına binmeyi anlamamak gerekiyor. Yaşam kalitesi, öncelikle "güvenli" yaşam demektir. Toplumsal terör dünyanın hemen her ülkesinde kendini gösteriyor ne yazık ki, onu bir yana bırakalım. Bireysel teröre, saldırıya, tacize uğramadan yaşayabilmektir kaliteli yaşam. O şekilde davranabilmektir. 

Kırmızı ışık yandığında üstünüze bir arabanın gelmeyeceğinden emin olabilmektir. Hele hele yaya kaldırımında yürürken ya da otobüs durağında beklerken bir arabanın altında kalmamaktır. 

Şimdi bu koşullarda bir yaşam sürmeyeceğiz, ama cebimizde taşıdığımız telefonla, bindiğimiz arabayla, paramız yettiği ölçüde oturduğumuz lüks evle, sahip olduğumuz yazlıkla yaşam kalitemizin arttığını düşüneceğiz. 

İşçi sürekli işini kaybetme kaygısı yaşayacak, işveren giderek daralma eğilimi gösteren pazarda ayakta kalmaya uğraşacak, döviz kuru oynaklığı yüzünden dış ticaret yapanlar fiyat veremez duruma gelecek...

Ekonomik girişimler ancak "günü kurtaracak" adımlarla sınırlıyken öyle uzun vadeli ve katma değeri çok yüksek, sanayide devrim niteliğinde yatırımlara hiç kimse yanaşamayacak bile. Hani, "Aklından bile geçirme" denilir ya, o hesap, kimse bu tür girişimleri "aklından bile geçiremeyecek". 

Sigara yasağı bir örnektir

AKP'nin sosyal alanda gerçekleştirdiği en büyük başarı sigaraya ilişkin yasaktır. Uygulamada yer yer sorun çıkıyor olsa bu alanda çok ama çok büyük adım atılmıştır. Hele Türkiye gibi sigara tüketiminin çok olduğu bir ülkede.

Bunu yapabilen bir siyasi iktidar, Ramazan davulculuğu denilen medeniyet dışı uygulamayı bir çırpıda çözebilir, trafik sorununu da belli bir zaman diliminde hale yola koyabilir. Hiç de zor değildir. Yeter ki istensin.

Zaten bunları yapmadan ne öyle büyük sanayi devrimini gerçekleştirebiliriz, ne kişi başına gelirimizi 20 bin dolarlara çıkarabiliriz. Ama kesinlikle olmaz diyemeyiz, bunlar sağlanabilir sağlanmasına ama, bunları gerçekleştirdik diye "medeni ve yaşam kalitesi yüksek" bir ülke haline gelemeyiz.  

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar