Rakibin kaybetmesi senin kazandığın anlamına gelmez
Uzun zamandır siyasi pazarlama üzerine yazı yazmıyorum. Yok, hayır, üzerine yazı yazılacak durum olmadığından değil, ülke artık sabah akşam siyasetle yatıp kalktığı için, pazarlama konusunda aynı tartışmalara saplanıp kalmak istemediğimden. Bu nedenle mümkün olduğunca daha zihin açıcı, ilham verici, ufkumuzu genişleteceğini düşündüğüm konulara değinmeye çalışıyorum.
Ancak yerel seçimlere iki aydan daha kısa bir süre kalmışken gözümüze çarpan öyle gelişmeler veya “gelişememeler” oluyor ki, üzerine bir kaç söz söylemeden geçmemek gerektiğini düşünüyorum. Malumunuz, ülkemiz 2001 ekonomik krizinden bu yana yaşanan en büyük siyasi ve ekonomik krizden geçiyor. Olayın “kriz” boyutunda olmadığını söylemenin artık pek bir anlamı yok. Çünkü kriz, toplumun her kesiminin hissettiği etkileriyle kendini artık kabul ettirmiş durumda. Ve tabii yaşanan krizin en çarpıcı etkisi, 12 yıldır ilk kez, iktidar partisinde ciddi bir yıpranmaya neden olması. Zira dünyanın neresinde olursa olsun, bir iktidarın dört büyük düşmanından üçü zuhur etmiş durumda
Olayı “Mahşerin dört atlısı” gibi biraz dramatize ettiğimin farkındayım, ama ortada gerçekten çarpıcı ve dramatize edilesi bir durum var…
İlk olarak yolsuzluk iddiaları almış başını gidiyor, Hükümetin bu iddialara karşı aldığı tavır ise krizi hafifletmek bir yana daha da derinleştiriyor. Bunda sanırım çoğunluk hemfikir. İkinci olarak, ülke içindeki sıkıntı, vatandaşın hayatını etkileyecek bir ekonomik krizin sınırlarına dayanmış durumda. Üstelik siyasi krizden beslenen bu ekonomik olumsuzluk, son 12 yılın aksine dış ekonomik konjonktürdeki gelişmelerle daha da büyüyor. Dördüncü düşman ise biraz daha dolaylı; uluslararası politikada hükümet giderek yalnızlaşıyor, hatta tepki çeker duruma geliyor. Değerli yalnızlıklar anlamsız yalnızlıklar haline dönüşüyor. Şimdilik bu durumun ekonomik ve siyasi etkileri dolaylı, ama oldukça uzun vadeli ve ağır da olabilir…
Gelelim arada atladığımız üçüncü düşmana. Bir iktidarın en büyük düşmanının güçlü ve organize bir muhalif hareket olduğuna herhalde hiç şüphe yok. Ancak bu, aynı zamanda Türkiye'deki mevcut iktidarın belki de en şanslı olduğu konu. Zira iktidar alternatifi olarak kendini ortaya koyabilen, hatta “kendini dayatan” bir muhalefet halen ortada görünmüyor.
Hatırlarsınız Gezi sürecindeki en büyük tartışma, Gezi'yi ortaya çıkartan toplumsal rahatsızlıkların ve taleplerin nasıl ve hangi kanalla siyasi düzleme aktarılacağı sorusuydu. Yani ortaya çıkan bir muhalif hareket, nasıl organize edilecek ve bu hareketinden nasıl sonuç alacaktı. Gezi süreci nispeten yatıştıktan sonra. gözler ister istemez muhalefet partilerine çevrildi ve bu hareketi nasıl içselleştirip yeni bir siyasi proje olarak ortaya koyacakları tartışılmaya başlandı.
Ancak şimdiye kadar, bu topraklarda ortaya çıkmış en büyük sosyo-politik hareketlerden biri olan Gezi hareketinden, meclisteki partilerden hiç birinin dişe dokunur bir sonuç çıkardığını şu ana kadar göremedim. Bütün kararsızlığına ve aslında duracağı yerin henüz belirsiz olmasına rağmen HDP'nin İBB adayı olarak Sırrı Süreyya Önder'i aday göstermesi dışında -ki bunun stratejik arka planı da tartışma götürür- Gezi hareketinden doğru düzgün bir sonuç çıkartan bir muhalefet partisi ne yazık ki ortada yok.
Seçim sathı mâilinde şanslı durumda gibi görünen, ama bana sorarsanız en zayıf durumda olan parti ise ana muhalefet partisi yani CHP… Şu aralar CHP sanki iktidara en yakın parti gibi durmakla birlikte, bence tarihindeki en başarısız noktalardan birinde duruyor. Zira ülkenin ikinci en büyük kitle partisi, bütün siyasi başarısını iktidar partisinin başarısızlığı üzerine kurgulamış durumda. Bu beklenti, partinin en alttan en tepeye tüm kadrolarına hakim. Dahası partinin tabanı da benzer bir tutum içinde ve bu tutum partiye öylesine hakim ki, hiç kimse proaktif olarak bir siyasi öneri geliştirme ihtiyacı hissetmiyor. Yani CHP’de herkes “kazanacağız ya, önemli olan bu” havasında seçime gidiyor.
Oysa rakibinizin kendi hatalarından dolayı kaybetmesi, her zaman sizin kazandığınız anlamına gelmez. Sizin gerçekten kazanıyor olmanız için, iktidar karşısında saydığım gerçek muhalefet gücünü oluşturabilmeniz gerekir. Bunun için de açık net ve somut talepler ortaya koymanız ve bu talepler çevresinde insanları organize etmeniz gerekir. Aksi takdirde şimdi olduğu gibi, size oy veren, sizi destekleyen, parti içinde çalışan insanlar, rakip parti kaybetmekte olduğu için, kendilerinin kazandığını düşünürler. Bunun nasıl olduğunu gelecek yazımızda gerekçeleriyle tartışacağız.