Rakamların dili
Ben oldum olası rakamların konuştuğu dile inanırım. İstatistik bilimine körü körüne bağlı kalacak kadar saf olmasam da piyasadaki reel ekonomiye ilişkin verilerin tünelde karşıdaki aydınlığın çıkış mı tren mi olduğuna dair bize fikir vereceğini düşünüyorum.
Son zamanlarda farklı yerlerde okuduğum/dinlediğim veriler yansıtılan ya da yansıtılmaya çalışılan iyileşmeyi göremediğimi söylemeliyim.
Özellikle otomotiv sektöründe yurtdışı kaynaklı firmaların yöneticilerinin deyim yerindeyse "Aslan, kaplan, yükselen güç" mertebesine yükselttiği Türkiye'nin henüz hızlı büyüyen bir ergen düzeyinde olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'yi otomotivde BRIC-Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin- ile aynı kefeye koymanın sadece rakamların verdiği bir geçici durumdan kaynaklandığı aşikar. Sadece büyüme rakamlarına bakan birisi bu yorumu yapabilir ama bu büyümenin hangi şartlarda yakalandığı ile ilgilenmeden yapılan söz konusu yorumlar bence sadece şişirilmiş PR sloganlarıdır.
Her şeyden önce bahsedilen ülkelerle en büyük farkımızı niye kimse açık açık söylemekten çekiniyor anlamıyorum.
Geçtiğimiz haftalarda otomotiv sektörünün cari açıkta günah keçisi ilan edildiğini, bir anlamda hedef saptırıldığını, cari açığın en önemli kaynağının enerji olduğunu yazmıştım. Şimdi, dünyanın en önemli petrol ve enerji kaynaklarına sahip dört ülkenin büyümesiyle, dünyanın önemli enerji ithalatçısı bir ülkenin büyümesinin son dönemlerde eşdeğer bir seviye yakalaması, bilimkurgu
filmlerden alıntı popüler bir deyimle paralel evrendeki çakışmalardan olsa gerek.
Bir tarafta sınırsız doğal zenginlikleri olan istediği zaman iç pazarlarını korumacı olarak kapatabilen, nüfus potansiyeli yüksek, bölgelerinin en kuvvetli ülkeleri. Diğer tarafta hemen hemen tüm özelleştirmesini tamamlamış, sermaye girişi ile hizmet sektörü ağırlıklı hızlı büyüyen ve sürekli iç/dış dengeleri korumak zorunda olan Türkiye. Jeopolitik sorunları denklemin dışında tuttuğumu da hatırlatayım.
En büyük pazarımız olan AB'de durumlar belli. Rakamların hemen hemen tamamı eksiyi gösteriyor. Eksiden artıya dönüş olması için de en azından kısa dönemde hiçbir kuvvetli veri görünmüyor.
Buna rağmen iç pazar büyüklüğümüz hala batmakta olan ülkelerin gerisinde. Bir yanda Türkiye İspanya'yı geçer mi diye soruyoruz? Geçsek övüneceğiz. Diğer yandan da "Bakın İspanya battı, İtalya sallanıyor. Biz sapasağlamız" diye de böbürleniyoruz. İşin ironik yanı otomotiv sanayimizin en önemli firmalarından bir tanesinin, tarımdaki en büyük traktör üreticimizin de İtalyan olduğunu unutuyoruz. Kredi ağırlıklı otomobil ve ev alımı ki bunda da ihtiyacın üstünde tercihler ile suni bir büyümenin içindeyiz. Bakın en önemli verilerden bir tanesi olan ağır ticari pazarı istikrarlı bir ekonomide olması gereken seviyede değil. Seviye derken adetlerden ziyade istikrarlı bir seyire dikkat çekmek istemiştim. Benim Türkiye'ye yönelik yaptığım bir benzetme var; şişe mantarı. Biz hiçbir zaman batmayız. Ama bir türlü de sabit, istikrarlı olarak bir rotayı izleyemeyiz. Sudaki akıntılar, iklim gibi dış akıntılar bizim yönümüzü belirler. O yüzden geçici bizim sırtımızı okşayan demeçlere mesafeli durup biraz da sorgulayıcı yaklaşmak gerekiyor.
Son olarak bizi BRIC içinde gösterip popülarite kazanmak isteyenlere de bir-iki sorum olacak. İki satır yazsanız da toplam yatırımlarınız içinde BRIC ülkelerine yaptığınız ne kadar? Türkiye'ye ne kadar? Hatta gelin daha da kolaylaştıralım işi ve rakam istemeyelim sadece yatırım miktarı/nüfus oranını soralım.Ya da BRIC ülkelerinde yarattığınız katma değer ile Türkiye'de yarattığınız katmadeğer nedir?
İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz...