Rakamlar mutlu, ihracatçı mutsuz

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI [email protected]

Ocak ayında ihracatımız yüzde 3,6 oranında arttı ve 20 milyar doların üzerine çıktı. Dış ticaret açığı ise yüzde 57 düşüş gösterdi.

İhracat rakamlarımız her ne kadar resesyona rağmen artış gösteriyor olsa da, ihracatçılarımızın çok da mutlu olduğunu düşünmüyorum, konuştuğum ihracatçılardan da bu geri bildirimi alıyorum. Bilhassa başta tekstil ve hazır giyim olmak üzere emek yoğun sektörlerde sıkıntı biraz daha derin.

Her ay açıklanan ihracat rakamları geçmiş yıldan daha iyi geldikçe ihracatçılar biraz daha sessiz kalmayı yeğleseler de kendi işletmelerine döndüklerinde durumun çok da parlak olmadığını görüyorlar. Basit bir hesap yaptığımızda, dövizde son 6 aydaki artışın yüzde 20’leri ancak bulduğunu görsek de başta ücretler olmak üzere tüm maliyetlerin yüzde 50 ve üzerinde artması, enflasyonun her daim yükselmesi ihracatçıların kârını önemli ölçüde düşürdü. Eh fiyatlarına yansıtsınlar demek de pek kolay değil.

Başta ana pazarımız olan Avrupa Birliği olmak üzere genel resesyon durumu, fiyatlardaki rekabeti tarihte görülmemiş seviyelere çıkardı. Hâl böyle olunca ihracatçılar yükselen maliyetleri ile tabiri caizse tekeri çevirmeye çalışır oldular. Belki küçülmeye gitmek, belki farklı pazarlara yönelerek çıkış yolu aramak gibi alternatiflere ağırlık verdiklerini söylemek mümkün.

Ancak dünyanın kabul ettiği kısa ve orta vadeli planlara göre, ihracatçının kurdaki yükselişi beklemekten başka pek de yapabileceği bir şey görünmüyor. Uzun vadede markalar yaratarak katma değeri arttırmak ise ana hedef olmalı. Örneğin hazır giyimde kg değeri ülke ortalamasının çok üzerinde, 15 dolarlar seviyesinde olsa da, asıl bakmamız gereken yerin bu rakamdan ziyade içerisinde kâr rakamı olduğunu atlamamak gerekiyor.

Lider durumda olan otomotiv sektörünü bu değerlendirmeye sokmadığımı belirtmeliyim, zira orada fiyatı zaten ülkemizi daha çok üretim üssü olarak belirleyen yabancı sermayeli firmalar belirler durumda. Hazır yabancı sermaye demişken, o konuda işler nasıl gidiyor diye baktığımızda, konuyu Uluslararası Yatırımcılar Derneği, yani YASED’in incelediğini görüyoruz. Basında çokça yer aldı.

Başkan Engin Aksoy’un da açıkladığı üzere, 2023 yılında, Türkiye’ye, 10,6 milyar dolar değerinde uluslararası doğrudan yatırım girişi gerçekleşirken, 5,6 milyar doları yatırım sermayesi girişleri, 3,6 milyar doları yabancı uyruklulara gayrimenkul satışı, 1,9 milyar doları ise borçlanma araçları vasıtasıyla giriş olarak gerçekleşti. Türkiye’ye gelen yatırım sermayesi girişlerinin %53’lük payı AB, %18’lik kısmı ise Orta Doğu ülkelerinden geldi.

Detayına belki bir başka yazımda girerim, ama bilinmeli ki Türkiye’den yurtdışına giden sermaye de bir hayli yüksek seviyelere ulaşmış durumda. Yabancı yatırımcıyı ülkemize çekebilmekte ve üretken, yani faydalı bir yatırımı ülkeye çekebilmekte para politikalarımızın önemli bir rolü olduğunu belirtmek lazım.

Merkez Bankası değişikliği sonrası orda işler nasıl gidiyor diye baktığımızda, en önemli gündem maddesinin ihracatçıları da yakından etkileyen enflasyon tahminleri olduğunu söylemeliyim. Merkez Bankası'nın yeni başkanı Fatih Karahan, 2024 yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36 olarak açıklarken, “Kalıcı fiyat istikrarına ulaşana kadar politika duruşumuzu sürdürerek enflasyonu tahmin ettiğimiz patikaya düşürecek ve orta vadede ekonomimizi kalıcı fiyat istikrarına ulaştıracağız” dedi.

Karahan da Ocak ayında hizmet grubundaki enflasyonun asgari ücret artışının beklentilerin üzerinde gelmesinin rol oynadığını dile getirdi. İstikrar, istikrar, istikrar. Yabancı sermayenin de, mutluluk arayan ihracatçının da, emeklinin de, memurun da, işçinin de asıl ihtiyacımız olanın istikrar olduğunu unutmamak gerekiyor.

Dikkat dikkat: Yaşlanıyoruz

 Öte yandan ülkemiz de yavaş yavaş yaşlı bir ülke konumuna doğru yaklaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’na göre, 65 yaş ve üzeri nüfus, 2023'te 8 milyon 722 bin 806 kişi oldu. Yaşlı nüfusunun 3 milyon 880 bin 356'sı erkek, 4 milyon 842 bin 450'si kadın. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı, 1935'te yüzde 3,9, 1950 yılında yüzde 3,3, 1970 yılında yüzde 4,4, 2000 yılında yüzde 5,7 olarak hesaplandı.

Söz konusu oran, 2010 yılında yüzde 7,2'ye çıkarken bu tarihten itibaren de yükselişini sürdürdü. 2020'de yüzde 9,5 seviyesine yükselen bu oran, geçen yıl yüzde 10,2'ye çıktı. Tam bir sosyolojik mesele gibi görünse de gerçekte ekonomik sebeplerin etkisinin olduğunu tahmin etmek zor değil. Kim bilir belki de gençlerin evlenmeye cesaretleri ve gönülleri olmadığından olsa gerek, gençlere iki yıl geri ödemesiz “evlilik kredisi” Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı kurulan fon ile aile kurumunun güçlendirilmesi, gençlerin sosyal risklere karşı korunması ve gelişimleri ile girişimlerine destek sağlanması ana amaç. Uygulama güzel güzel olmasına da, gelinen bu noktaya üzülelim mi, şaşıralım mı, doğrusu pek de bilemedim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar