Rakamlar konuşuyor
Türk Lirası'nın aşırı değerli olmadığını ve üretenlerin durumunu olumsuz yönde etkilemediğini kimse iddia etmiyor, fakat yapısal sorunları ağırlaştıran ve dengesizliği besleyen bu tablonun değişmesi konusunda herhangi bir çaba da gözlenmiyor. İhracatçılar başta olmak üzere üreticiler rekabet koşullarını olumsuzlaştırıp faaliyetlerini sürdürülebilir olmasını engelleyen Türk Lirası'ndaki aşırı değerliliğin düzeltilmesini talep ediyor. Başbakan ise Türk Lirası'nın değerli olmasından yana olduğunu, bu konunun kendi şahsi meselesi olduğunu dile getirmekten çekinmiyor. Merak ediyorum, ihracatçı ve üretici birlikleri yöneticileri bu aşamadan sonra ne yapacak? Temsil ettiği kesimlere dönüp bir bardak su için, buraya kadarmış mı diyecekler? yoksa sabırlı olun, merak etmeyin Başbakan'ı ikna etmek için çaba harcamaya devam edeceğiz deyip günü ve görüntüyü kurtarmaya devam mı edecekler? Türk Lirası'nın aşırı değerli olmasından rahatsız olanlar ise ya işlerini bırakıp Başbakan'a ve hükümete karşı taraf olmayacaklar ya da haklarını aramak adına organize olmak ve daha kararlı bir şekilde hak aramaya devam edecekler; bu iki seçenekten birini benimsemek zorunda kalacaklar.
Bazı rakamlar ile konuyu özetlemekte yarar var. 2002 yılı başından 2010 yılı Ağustos ayı sonuna kadar enflasyondaki başka bir deyişle tüketici fiyatlarındaki birikimli artış yüzde 157.4 oranında gerçekleşmiş, aynı döneme ilişkin döviz sepeti bazında Türk Lirası ise sadece yüzde 16.5 oranında değer kaybetmiş. Bu iki veriyi birleştirir isek anılan dönemde Türk Lirası yüzde 135.1 oranında değerlenmiş, bu durum yerli ürünlerin gerek iç, gerekse dış pazarlarda sırtını yere yapıştırmış. ortada çok büyük bir haksızlık var; öncelikler ve ekonomi politikası uygulamalarında yapılan tercihler nedeniyle ihracatçı ve üreticilerin alınteri bir anlamda gaspedilmiş ve Türk Lirası'nın değerlenmesinden yana olanların hesabına transfer edilmiş. Bütün bunlar günü kurtarmak için yapılmış, gerçekler toplumdan gizlenmiş.
Bir başka rakam ise Türk Lirası'ndaki çok aşırı değerlenmeye bağlı olarak çöken rekabet gücünü teyid ediyor, mevcut tercihlerin yanlış olduğunu haykırıyor. 2000 yılı sonunda banka kredileri ve faktoring alacakları toplamı 56.4 milyar Türk Lirası imiş; söz konusu rakam 2009 sonunda 381.2 milyar TL'yi aşmış ve bugün itibarı ile 450 milyar TL'yi aşmış. Fakat kredilerde yaşanan daha önce hiçbir dönemde yaşanmamış 8 katı aşan yükselilşe rağmen mevsimlik dalgalanmalardan arındırılmış istihdam rakamı değişmemiş, 22 milyon düzeyinde sabit kalmış; hem de inşaat sektöründe yaratılan şişkinliğe rağmen!.. Bu aşamada bir kişiye iş yaratmak için şu kadar yatırım gerekiyor, yabancı kaynak olmadan büyüyemeyiz ve istihdam yaratamayız nakaratını her fırsatta tekrarlayanlara sormak gerekiyor; kredilerdeki olağandışı harcamaya rağmen neden istihdam artmıyor ve mevcut istihdamın satın alma gücü eriyor? Bu olumsuzluğu düzeltmek için ne yapılıyor?
Yanıtlayalım, rekabet gücü Türk Lirası'ndaki değerlenmeye paralel olarak çöktükçe krediler atıl yatırımları, finansal balonları destekliyor ve istihdam yaratamıyor. Eğer Başbakan, Türk Lirası'nın şahsi meselesi olduğunu iddia ediyor ise bu olumsuzluğu düzeltmek için hiçbir şey yapılmıyor ve yapılmayacak demektir. Başta ihracatçılar olmak üzere tüm üreticilerin daha önce aldıkları tüm kararları gözden geçirmesi ve yeni kararlar alması dışında bir seçenek kalmıyor. Konu Türk Lirası'nın değerli olması ve değer kaybetmesinden yana taraf olunması yoksa tamam mı meselesidir. Türk Lirası'nın aşırı değerli olmasından yana taraf olmak, üretimin durması ve işsizliğin patlamasından yana olmaktır. Rakamlar daha farklı bir yorumu ne yazık ki doğrulamıyor...