Rahip Brunson’la ilgili kavganın arka planı nedir?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

ABD ve Türkiye arasında Amerikalı rahip Andrew Brunson'un gözaltında tutulmasıyla ilgili son derece gergin bir hafta yaşandı. Rahip Brunson krizine ilişkin gelişmeler iki hafta öncesinde gündeme geldiğinde, sorunun kısa sürede çözülmesinin eşiğine gelindiği düşünülüyordu. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun, Türkiye’nin taleplerinden oluşan bir listedekileri karşılamasıyla Brunson'un serbest bırakılmasını öngören anlaşma, ABD Başkanı Donald Trump'ın, 26 Temmuz'da, Brunson'un "derhal" serbest bırakılmaması halinde Türkiye'ye "büyük yaptırımlar" uygulanacağı tehditini içeren sert ifadelerle dolu tweet atmasıyla ortadan kalktı. Trump’ın yardımcısı Mike Pence, Pompeo'nun gerçekleştirdiği anlaşmayı duyurması beklenen konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit etti.

Bir gün önce ortaya çıkan kızgınlık patlamasının nereden kaynaklandığı tam bilinmese de, muhtemelen mahkemenin Brunson’un tutuklu bulunduğu cezaevinden çıkarılıp ev hapsinde tutulması kararı, Amerikalı rahibin serbest bırakılmasını bekleyen Trump ve Pence'i kızdırdı. Beyaz Saray’ın 1 Ağustos’ta Magnitsky Yasası’nı dayanarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yaptırım kararı alması gerilimi daha da tırmandırdı. Türkiye açısından bu bardağı taşıran son son damlaydı. Türkiye'nin önde gelen siyasi partileri, nadir görülen bir birliktelik sergileyerek, ABD'nin "tehditkâr ifadeleri" diye niteledikleri gerekçeleri reddeden ortak bir bildiri yayınladılar; "uluslararası mütekabiliyet" kapsamında karşılık verileceği sözünü verdiler. Son derece kırılgan olan durum Türkiye ile ABD ilişkilerine kalıcı zarar verme potansiyeline sahip. Acaba bir çıkış yolu var mı?

ABD’nin geçmişte Brunson davası ile ilgili bir dizi saldırgan hamlesi olmuştu. Ancak ilgili bakanlara karşı yaptırımların devreye sokulması şu ana kadar ki en aşırı hamle oldu. Özellikle iki bakana karşı alınan yaptırım kararının ardında yatan düşünce nedir?

ABD, söz konusu davanın niteliği nedeniyle bu iki bakanı seçti. Dava, Türkiye’nin güvenliğini zayıflatan faaliyetleri yürütmekle suçlanan Rahip Brunson’ın duruşmasıyla ilgilidir. Brunson'ın yaptıklarına dair bilgileri toplayan güvenlik kurumları İçişleri Bakanlığı'na bağlıdrı. Öte yandan, dava ile ilgilenen mahkemeler, Adalet Bakanlığı'nın bir parçasıdır. ABD ayrıca, bu iki bakanın Türkiye'de son yıllarda artan insan hakları ihlallerinde ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşılmasında önemli rol oynadıklarına dair geniş bir açıklama yaptı. Dolayısıyla, kararın gerekçelendirilmesi, salt Brunson davası üzerinde yoğunlaşan iddiaları aşıyor, insan hakları ihlalleri ve hukukun üstünlüğü gözetilmemesine ilişkin daha geniş iddiaları içeriyor.

Kapalı kapılar ardında müzakereler devam ederken bu noktaya sizce nasıl ulaşıldı?

Görünüşe göre, Amerikan tarafı, kendilerince malum sebeplerle, diplomatik kanalları kullanmamaya karar verdi. Başkan Trump ve Yardımcısı Pence görüşlerini perde arkasında veya diplomatik bir üslupla ifade etmek yerine, Türkiye'yi hedef alan bir meydan okuma kalıbında ifade ettiler. Hal böyle olunca, Türk makamlarının kamuoyu karşısında, "Hiç kimse bize bağımsız yargımızın ne yapması gerektiğini dikte edemez."demekten başka seçeneği kalmadı. ABD’nin mesajı, amaçlanmasa da, Türkiye’nin birbiri ile geçinemeyen partileri arasında nadir görülen bir birliktelik yaratarak, kimse bizi bu şekilde tehdit edemez”demelerini sağladı. En başından beri, Amerikan hükümeti bu sorunu kendi iç siyasi ihtiyaç ve amaçları için kullanmayı, kurumlar düzeyinde ya da diplomatik yoldan ele almaktan ziyade kamuoyu önünde tartışmayı tercih eder görünmektedir. Bu yaklaşım Türkiye'nin de yanıtını şekillendirmiştir. Gelinen aşamada diplomatik kanallara geri dönmek zor. Kamu önünde sarfedilen ifadeler, durumu diplomatik olarak ele alma şansını azaltmış bulunuyor.

Türkiye Rahip Brunson’ı serbest bırakarak hızlı bir şekilde bu sorunun üstesinden gelebilir ancak bunu yapmadan önce bazı kazanımlar sağlamayı umuyor gibi gözüküyor. Burada açıkça çok daha büyük oyunlar dönüyor. Gerçekten de yaşananların tutuklu bir rahip vakasından daha fazlası olduğunu söyleyebilir miyiz?

Şu anda Türkiye ve ABD arasında birçok anlaşmazlık yaşanıyor. Bunlara örnek olarak S-400 füze savunma sistemini, Amerika’nın dünyanın İran ile yaptığı ticarete müdahele etme çabalarını, ABD’nin Suriye’de kimi ve nasıl destekleyeceğine dair tartışmalardan doğan uzlaşmazlıkları, Kıbrıs açıklarında doğalgaz sondaj planlarından kaynaklanan sorunları ve diğerlerini sayabiliriz. Düşündükçe aklımıza başka anlaşmazlık nedenleri gelebilir. Her biri farklı alanlarda ortaya çıkan bu gelişmeler ayrı ayrı gerilimlere yol açmış bulunuyor. Bu sorunlardan her birini diplomatik yollardan çözme girişiminde bulunuldu. Brunson davası aslında giderek artan tansiyondan tetiklenen sembolik bir olay; ve gerek ülkemizde gerek ABD’nde iç siyaset ile doğrudan bağlantılı olduğundan dolayı da talihsiz bir seçim. ABD’de büyük bir Evanjelist grup var. Evanjelistler, Trump’ın yönetim kadrosunda da oldukça etkili. Maalesef, bu konu tüm kamuoyunun önünde yaşanan bir uzlaşmazlık haline gelince, iki ülkede de diplomatik kanalların göz ardı edildiği bir ortama sürüklenildi. Konunun kamuoyu katına taşınması uzlaşma şansını azalttı ve şu an yaşanmakta olan siyasi çekişmeye doğru sürüklendik. Aslına bakarsanız bu olay bazı yönlerden jeopolitik bir ders niteliğinde; çözülmemiş ihtilaflı konular arttıkça, en küçük kıvılcım bile bir krizi tetikleyebiliyor. Konuyu kamuoyuna duyuran ABD, Türkiye'nin köşeye sıkışmasından büyük ölçüde sorumlu. Tabii Türkiye’nin de hataları var. Ülkemizdeki politika yapıcılar Brunson davasına Amerikan siyasi liderlerinin verdiği önemi biraz hafife aldılar. Konun önemini kavradıkları vakit ise, ABD’den koparabilecekleri tavizlerin boyutlarıyla ilgi yanlış değerlendirmelerde bulundular. Bir başka deyişle, iki alanda da yanılgıya düşüldü: İlk olarak, bu konunun ikili ilişkileri büyük ölçüde etkileyebilecek boyutta sembolik öneme sahip olabileceği öngörülemedi. Sonra, konunun önemi farkedildiğinde, eldeki kozlara olduğundan daha fazla değer atfedildi.

Sizce bu olayda çıkış yolu nedir?

Bu konuda ilerlemenin yolu Amerikan provokasyonlarına yanıt vermemekten geçiyor. Söyledikleri herşeye aynı seviyede mukabele etmeniz gerekmiyor. Başkan Trump bir açıklama yaptığında dahi, daha alt rütbede bir makamdan yanıt gelmesi yeterli olabilir. Gerginliğin soğutulmasına ve ilginin başka konulara kaydırılmasına çalışılmalıdır. Bu, rahip meselesinin önemini ikinci plana iterek, mahçubiyete sürüklenmeden bir çözüm bulunmasına yardımcı olacaktır. Amerikalılar, konuyu bir kamuoyu meselesine dönüştürerek, Türk hükümetinin Brunson'u hemen serbest bırakması olasılığını ortadan kaldırdılar. Amerikalılar konunun Türkler açısından hassas bir ülke meselesine dönüştüğünü algılamakta aciz kalırlarken, Türkiye de ABD’den talep edebileceklerinin bir sınırı olduğunu idrakte zorlandı sanıyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019