Radyoaktif prens, Buenos Aires’e gelmese daha iyi olur

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Bu yıl, G20’nin Arjantin yılı. Zirve, Buenos Aires’te toplanacak. Her yıl G20 Zirvesi’ni rayından çıkaracak sıra dışı bir gelişme mutlaka olur. Konuyu dağıtır, odaklanmayı güçleştirir. Eylül 2013’te Rusya başkanlığındaki zirve, Kasım 2013’te ciddileşen Kırım-Ukrayna çatışmalarının başlangıcına denk gelmişti. 2015’te Antalya zirvesini terör saldırıları sarsmıştı. 2017’de Hamburg zirvesi, Alman seçimleri nedeniyle öne alınmıştı. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama doğrusu ya, bu güne kadar, ülkenin fiili liderinin yönlendirdiği bir siyasi cinayet haberi G20 zirvelerinin dikkatini dağıtmamıştı. Bu yıl işte o oldu. Bana kalırsa, bu yıl, radyoaktif prens, Buenos Aires’e gelmese daha iyi olur. Eğer bu yıl Buenos Aires Zirvesi’ne, Suudi Arabistan’ı temsilen, Veliaht Prens Muhammed bin Salman (nam-ı diğer, MbS) katılırsa, zirveye damgasını Cemal Kaşıkçı cinayeti ve cinayetin işlendiği yer olarak İstanbul vurur. Bu durum, hem Suudi Arabistan, hem de G20 için kötü olur. Türkiye için ise pek de kötü olmaz doğrusu. Nedenini gelin bakın anlatayım.

G20’nin başlangıcı G7’nin Köln Zirvesi’ndedir

G20, 1997 Güney Doğu Asya finansal krizini takiben, 1999 yılında maliye bakanları ve merkez bankası guvernörleri toplantısı olarak başladı. Başlangıç toplantısı Berlin’deydi. Toplantı kararı G7’nin Köln Zirvesi’nden çıkmıştı. Nedir? Küresel ekonominin sağlıklı işleyişi için önemli 20 ülkeyi ve G20’nin katılımcılarının kim olacağı, G7 Zirvesinde belirlemiştir. Kim belirlemiştir? Batılı ülkeler belirlemiştir.

G20’nin bir liderler zirvesine dönüşümü ise 2008 yılı Washington Zirvesi ile olmuştur. O toplantı ise Kasım 2008’dedir. Sonra Nisan 2009’da Londra ve Eylül 2009’da Pittsburgh Zirveleri yapılmıştır. G20, 2008 küresel krizi ile birlikte liderler zirvesine dönüşmüştür. G20 küresel krizin daha da derinleşmesine engel olmuş ve küresel ekonomiyi işte tam da bu arada kurtarmıştır.

Suudi Arabistan’ı MbS’in temsil etmesi aslında olağan dışı bir gelişme değildir

Suudi Arabistan, Washington (2008), Londra (2009), Toronto (2010), St. Petersburg (2013) ve Antalya (2015) zirvelerine “Kral” düzeyinde katılım sağlamıştır. Yalnızca küresel ve bölgesel oyuncu olan ülkelerde toplanan G20 zirvelerine Suudi Arabistan’dan katılım en üst düzeyde olmaktadır. Bunun dışında kalan toplantılara ya Maliye Bakanı ya da veliaht prens katılmışlardır.

Bu çerçevede bakınca, Suudi Arabistan’ı 2018 yılı G20 Zirvesi’nde temsil etmek üzere MbS’in Buenos Aires’e gelmesi normal şartlar altında olağan dışı bir gelişme olarak algılanmazdı. Ancak 2 Ekim 2018’de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda Suudi güvenlik görevlileri tarafından, planlı bir biçimde hunharca katledilmesi ile MbS artık “radyoaktif prens”tir.

Katıldığı takdirde, G20 Buenos Aires Zirvesi’nin perde gerisindeki temel sohbet konusu Kaşıkçı cinayeti olacaktır. G20 Zirvesi’nden yapılan yayınlarda ana haber konusu da ister istemez “bugün radyoaktif prens’e kim yan baktı?” olacaktır. Açıktır ki, MbS ve Suudi Arabistan, Buenos Aires zirvesinden mutlu olmayacaktır. Radyoaktif prens ile kimse kameralar önünde yan yana görünmek istemeyecektir. Görünenler ise, mutlaka “Saygıdeğer Prens’e öncelikle bu işin hesabının verilmesi gerekir diye söyledim” diyeceklerdir. Nedir? G20 Zirvesi, Cemal Kaşıkçı cinayetini unutturmayacak, küresel gündeme bir kez daha yerleştirecektir. Zirve, bir nevi, Cemal Kaşıkçı Zirvesi olacaktır. İsteseniz de istemeseniz de böyle olacaktır. Bu durum, G20 Buenos Aires Zirvesi’nin beklentilerin düşük olduğu, kendisinden fazla bir şey beklenmeyen bir zirve olması ile de yakından alakalıdır. Başka haber olmayınca, odak, doğal olarak, Suudi Arabistan, İstanbul ve Kaşıkçı cinayeti olacaktır.

17’inci yüzyılda yaşadığını sananlardan 21’inci yüzyıl reformcusu çıkmaz

Bu durum, Türkiye için kötü olmaz doğrusu ama Suudi Arabistan için kötü olur diye düşünüyorum. Kaşıkçı cinayetine bakınca, ben üç sonuç çıkartıyorum. Birincisi, Suudi Arabistan’ı yönetenlerin kendilerini hala 17’inci yüzyılda yaşıyor zannettikleri, bu hadise ile görülmüştür. 17’inci yüzyılda saray entrikalarını çözmek için kullanılan yöntemler, 21’inci yüzyılda denenmiştir. Ayrıca, 17’inci yüzyılda saray içi ve/veya hanedan içi çatışmaları çözmek için kullanılan yöntemler, NATO üyesi bir ülkenin topraklarında, büyük bir beceriksizlikle uygulanmaya kalkılmıştır.

İkincisi, Suudi Arabistan yönetimi, yeni teknolojik devrim ile birlikte bölgemizde gerekecek iktisadi ve sosyal dönüşüm sürecini yönetebilecek donanıma sahip olmadıklarını, açık bir biçimde ortaya koymuşlardır. Petrol üreticisi ülkelerin karbon bazlı olmayan yeni büyüme dönemine intibakını 17’inci yüzyılda yaşadığını zannedenlerin yapabilmesi mümkün değildir. Açıktır ki, 17’inci yüzyılda yaşadığını sananlardan 21’inci yüzyıl reformcusu filan da çıkmaz.

Üçüncüsü, orta vadede petrol fiyatları yapısal nedenlerle düşerken, bu bölgede transformasyon sürecinin ne kadar sancılı olacağını Kaşıkçı cinayeti açık bir biçimde göstermektedir. Kaşıkçı cinayeti, bölgesel iktisadi ve sosyal dönüşüm sürecinde Türkiye’nin rolünü yeniden somut bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Bu bölgenin İsrail dışında, sanayi altyapısına sahip ve serbest seçimlerle çoğulculuğu benimsemiş tek ülkesi Türkiye’dir. Bölgesel dönüşüm sürecini kolaylaştırabilme kapasitesine sahip tek ülke her şeye rağmen, hala bir tek Türkiye’dir.

Türkiye’nin hadiseyi ele alış biçimi de son zamanlarda asla görmeye alışık olmadığımız kadar başarılıdır. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar