"Üç beş esnaf" için değer mi?
Son günlerde alışveriş merkezlerinin ve hipermarketlerin açılma kapanma saatleriyle ilgili tartışmalar yine alevlendi. Daha önceleri küçük esnafı korumak için hipermarketlerin şehir dışına taşınması gibi radikal öneriler gündeme getirilirken, şimdilerde alışveriş merkezleri ve hipermarketlerin pazar günü kapatılması yönünde çalışmalar yapılıyor. Tabii bu tür düzenlemeler ister istemez AVM yönetimlerinin tepkisini çekiyor. Örneğin Alıveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) Başkanı Mehmet Nane, AVM'lerin pazar günleri kapatılmasının istihdam üzerinde yüzde 18 etki yaratacağını, bunun da 81 bin aktif çalışanın işini kaybetmesi anlamına geleceğini açıkladı. Türkiye'de oyun başladıktan sonra kuralların değiştirilmesi sık rastlanan bir durum olduğundan, mevcut düzenlemelere göre pozisyon alan pek çok yatırımcı ve çalışanın bu işten zarar göreceğini kestirmek güç değil. Diğer yandan AVM'lerin pazar günü kapalı tutulmasının mahalle esnafının cirosunu ne kadar artıracağı da ayrı bir tartışma konusu. Toplumdaki alışveriş alışkanlığı bu kadar değiştirildikten sonra nehrin ters yönde akıtılması ne derece mümkün?
Bu arada tartışmaya ortasından dalan ve kartvizitinde "AVM danışmanı" yazan bazı isimlerin "Üç beş esnaf için sektörün işleyişini bozmak uygun değil" buyurmaları da ayrı bir tartışma konusu. Bu danışmanlar herhalde, "biz zaten desteksiz atışlarımız ve yetersiz fizibilitelerimizle sektörü yeterince zarara uğratıyoruz, başkasına gerek yok" diye düşünüyorlar.
AVM'lerin ekonomik ve toplumsal bir gerçeklik haline geldiklerine hiç kuşku yok. Ancak cadde mağazacılığını "üç beş esnaf" diye değerlendirmenin yanlışlığı de ortada. Burada çözüm, AVM'leri kısıtlamaktan değil, caddeyi, sokağı güçlendirmekten geçiyor. Eğer amaç en küçük esnafı; yani bakkal, kasap, tekel bayii, gazete bayiini korumaksa, bunlara en büyük zararı AVM'lerin değil, mahalle aralarına ahtapot gibi yayılmış zincir marketlerin verdiğini görmek çok da zor değil.
Diğer taraftan dünyada bazı caddelerin, alışveriş merkezlerini gölgede bırakacak başarılara imza attığını hatırlanırsa, caddeyi güçlendirmenin yolunun özellikle tekstil ve yeme içme sektöründeki o "üç beş esnafın" bir araya gelmesiyle açılacağını kolayca görebiliriz. Geçtiğimiz Perakende Günleri'nde Londra'dan gelen Jace Tyrrell'ın paylaştığı deneyimler, İstanbul'daki cadde mağazacılığı için ilham verici ipuçları taşıyordu. Tyrrell, Londra'da alışverişin kalbinin attığı Bond, Oxford ve Regent caddesi "esnafının" bir araya gelerek oluşturduğu New West End Company'nin iletişim ve operasyon başkanı. Bu caddelerde mağaza işletmecisi olan 350 girişimci tarafından yönetilen bu şirket, üç caddenin ortak pazarlama stratejisinin oluşturulmasından, uygulanmasından ve caddelerin fiilen yönetiminden sorumlu.
Toplam 600 perakendeciyi çatısı altında toplayan New West End, pazarlama iletişimi çalışmalarından güvenliğe, caddelerin temizliğinden trafik akışına kadar bu üç caddenin "ticari başarısı" için çözümler üretiyor, projeler geliştiriyor ve uyguluyor. Tyrrell'ın verdiği sayılara göre bu üç caddeye yılda 200 milyon ziyaretçi geliyor ve bu ziyaretçiler 5.8 milyar sterlinlik (13.3 milyar lira veya 8,7 milyar dolar) alışveriş gerçekleştiriyor. 6,5 milyon metrekarelik perakende alanına sahip bu caddelerin emlak değerinin toplamı da 3,5 milyar sterline ulaşıyor. Tyrrell şirketin iş hedeflerini; ziyaret ve satışların artırılması, suçun azaltılması, daha temiz ve sıcak bir deneyim yaratılması, yatırımlara kaldıraç etkisi yaratılması, iş liderliği ve Londra'nın merkezinde yer alan West End bölgesinin canlandırılması olarak sıralıyor. Bu organize yönetimin, krize rağmen üç caddedeki alışverişi canlı tuttuğunu ve mağaza cirolarını diğer bölgelere oranla olumlu yönde etkilediğini ortaya çıkan rakamlar da gösteriyor. Kısaca söylemek gerekirse West End, ziyaretçileri alışveriş ve eğlence için çağırırken "Başka yerde bulamayacağınız bir deneyim" vaat ediyor, görüldüğü kadarıyla özellikle Londra'ya gelen turistleri ikna etmeyi de başarıyor.
Türkiye'de neyi, nerede, ne zaman yasaklayalım türü tartışmalardan, nereyi ne kadar büyütebiliriz ve iş alanı yaratabiliriz tartışmalarına bir türlü geçilemiyor. Geçildiği zaman da çoğu kez kuralsız, sınırsız ve kazanmaktan çok "yağmalama" güdüsünün hakim olduğu süreçler yaşanıyor. Şimdilik sonuçların pek parlak olmadığı ortada. Üstelik "Londra esnafı" gibi kolektif hareket etmeye müsait bir kültürden de pek nasiplenmemişiz. İstanbul'daki en yakın adaylar İstiklal Caddesi ve Nişantaşı dahi West End deneyiminden henüz çok uzakta. Ama yine de bu yolları deneye yanıla geçmek zorundayız ve geçmeliyiz de...